Wednesday, March 29, 2006

Gözleri açık hayal kuranlar ve sürpriz paketlere koyanlardan mısınız????

“Sayın yolcular kaptanınız konuşuyor: Uçaktaki su basıncı problemi sebebiyle yaşanan bu gecikmeden ötürü özür diler, 3,5 saat sürecek İstanbul uçuşu için hazır olduğumuzu belirtiriz.”

????????????????????

“Would you like some cashew?” diyerek yanımda oturan ve hemen iki saniye sonra Taylandlı bir gezgin olduğunu öğrendiğim sıska adama elimdeki paketi uzatıyorum ye de yollarda bitap olma dercesine! Cashew ne yahu??? Bildiğim yamru yumru fıstık işte!!! Peki bu adam kim? Niye uçaktayım? Ha haa hem de en sevdiğim yer "pervane üstü" burası! Istanbul’a mı dönüyorum? Istanbul’a 3,5 saat uzak neredeyim? Dünya haritası gözümün önüne gelse ne fayda, haritada uzaklıklar iki parmak, 3 karış misali! Londra, Amsterdam, Paris??? Niye Arapça tadında anonslar dönüyor? Aynı dudak açısıyla gülen bu hostes kızlar ve servis ettikleri sıcak ıslak mendillere ne demeli peki??? Dünyada bir salgın mı çıktı ve biz de safe zone a giden ve gitmeden önce sterilize edilen şanslı azınlık mıyız?


Hımmmm...... dediğim anlarda anla ki ardından uzun/kısa birşeyler düşünmeye, hatırlamaya başlamak için hazırlık yapıyorum... Panik yapmaya gerek yok, kulaklığımı takip, önümdeki ekrandan Moby “I like It” e takılarak gözlerimi kapıyorum... Açtığımda belki herşey alıştığım düzende olur diye... Yoksa????

Bir havaalanı ama çok yabancı, geleneksel Arap kıyafetli görevliye doğru ilerliyorum. “You’ve 96 hours in Dubai Madam.” Peki tamam. Öyle diyorsan öyledir. Hava İstanbul’a göre daha sıcak. Valizle ilerliyorum, hangi kapıdan çıkmalı acaba? Ta taaa.. Tam karşımdaki en büyük kapı... Kapının arkasında bir tanıdğını görmek için bekleyen onlarca koyu renkli adam, bana bakmıyorlar belki ama hepsinin gözlerini üstümde hissediyorum. Beni gözleyen biri var mı peki???


Elimdeki bu kağıtlar? Gideceğim yerin haritası, krokisi, adres??? Ne kadar çok bilmediğim şey var böyle, ben ne yapıyorum böyle? “Bir de sen kendine yeni sorular çıkarma Burcu” deyip devam ediyorum. Evet elimdekiler, bilmediğim bu yerde garip bir şekilde “çok tanıdık” gelen bir yere götürecek beni... Ve çok kısa bir süre sonra bilmediğim ama yine “çok tanıdık gelen bir ses”... Rahatlıyorum....

Hımmmm...
Uyanıyorum... Yine tanıdık ve tedirgin etmeyen bir yer... Açık balkon kapısından giren rüzgar ince ketenden lacivert perdeleri uçuşturuyor ve perdelerin gitarın tellerine uzanışını seyrediyorum ve sonrasında da çıkan sesleri dinliyorum. Balkon kenarında duran çiçek ne tanıdık!!! Acaba birşeyler yapılabilir mi onun için? Ya da o böyle olduğu için mi balkon daha anlamlı? Dışarı çıkıyorum, sıcak, ama özlemişim bunu hissetmeyi...


Hintli bir taksici... Dirhemim olmadığı için azarlıyor neredeyse beni!!! Dirhem ne yahu!!!! Biliyorum biliyorum ama hazırlıksız yakalanıyorum o anda! Dört saat belki daha fazla vakit gecirecegim mall’a atıyorum kendimi ve bir define avındaymışcasına bana verilen direktiflere göre dolarları dirhem, dirhemleri taksici sakinleştirme boncuklarına döndüreceğim biryer arıyorum telaşla... Ufff bunu da hallettik... Ilk izlenim: “Mall’lar ve yollar” dan oluşan bu şehirde bir de binlerce “onlardan ve bunlardan “ var. Acaba “onlar” da “yabancı mı benim gibi” yoksa “çoktan buralı olup da benim yabancı bakışlarımı yakalayanlardan mı?”.. Ne önemi var? Yürüyorum, izliyorum, elimde neyse ki kameram var. Herşeyin resmini çekmek istiyorum... Sonunda yan yana dizdiğimde anlamlı bir bütün çıkacak eminim ve neler olduğu hakkında bir fikrim olacak...

Dekorasyon mağazalarında kayboluyorum her zaman ki gibi... “Her zamanki gibi mi???” Ben bilmediğim yerlerde mağazalarda kaybolmayı da seviyorum demek ki!! Her alanda kendim yaşadığımı hayal ediyorum... Yoruluyorum.... Cevizli ve her kıvrımında muhteşem sosunu bana sürpriz yaparcasına saklayan bir cinnamon roll ve kahve ile mall’un ortasında bir yere oturuyorum ve insanları izlemeye başlıyorum... Anlıyorum anlıyoruuummm....

Minik tahta toplar.. Karpuza en yakın kokuya bulanmış, yüzlerce mum içinde birtek karpuz yok!!! Kokuyu algılayan sinir hücrelerim motorsikletlerine binip hızla beynime doğru giderken onlara ufak bir tuzak kuruyorum ve aklımdaki karpuz tadı ve kokusunu sakladığım odaya yönlendiriyorum onları! Ve zafer benim tabiki de J Toplar kare tahta tabakta dengeli bir bütünlükte... Bu da olayin bir parçası olmalı... Tadını çıkarıyorum...

Gece çok uzun seneler öncesinden bir kucaklama, soul mate, sister from Egypt, belindeki dövmesi sebebiyle “my shining sun”... Adını telaffuz edemediğim şeylerin tadını algılarken yüzlerce cümle kuruyoruz... Saate ne bundan peki? Neden bizi kıskanıyormuşçasına geçiyor? Biryerlere dönmemiz mi gerekiyor? Evet dönme kısmını sevdim... Kalaylanmış hummer jeep ler, boğaz dolaylarında gezinmesi daha birkaç sene sürecek olan lüks arabalar, işyerinde gün içinde mailbox ınıza gelebilecek ve “bunun içinde olup şuraya buraya gitmenin hayalini kurun” diyip gözümüze sokulan ve hayaller kurduran yatların, beyaz ve her seferinde “temiz mi acaba” diye göz ucuyla kontrol ettiğim kıyafetleri ile sen ben yaşlardakilerin arasından geçip dönüyoruz...

Sanki eskisi kadar vurgulu bir hımmmm değil... Olaylar biraz daha netleşiyor....

Balkon! Ha ha biliyorum ben burayı... Pancake ler tadı ve kokusu dışında zaten çok tanıdık... Sadeyken tuzlu ve tatlı arasında gidip gelen bu tadı seviyorum. Beynimle oyun oynarcasına. Ben tam “evet bu tatlı” derken beliren o hafif tuzlu his “ha ha değilim ki değilim kiiiiiii J” diyor. Upuzun yollardan sonra kocaman mall’lara uzanan başka bir zaman dilimine geçiyorum. Burası çok keyifli. “Bir adımda Çinli bir balıkçı kız ve hemen iki adım ötede de Pers prensesi olmaca” oynuyorum kendimce. Tavanlar cok güzel burada, bir de post-modern atlar, Andy Warhol’un atı mı bu yoksa :)Markete giriyorum... Seviyorum marketleri, üzerinde Türkçe yazan şeyleri görünce kabarıyorum saçma şekilde, sonra “Labanehhhh” i görüyorum gülüyorum... Ağır bir koku var... Janti bir adam tüm havasıyla tütsü dumanı altında parfümler karıştırıyor!! İşte tüm bu olay örgüsüne yakışan büyücü de burası olmalı...
Peki günün bana kazandırdığı: Karamelli patlamış mısırı tahta kaselerle mikro dalga fırına koyarsan, koltuğun üzerinde keyif yapmaya hazırlanırken ellerin ve dizlerin yanabilir. Ama kasenin dibine çöken karamel tortusunun tadı en çok “Corpse Bride” izlerken ve yanında dalgalarla mücadele edecek olan bir süper kahraman varken çıkmaktadır...

Dalgalar ve süper kahraman mı??? Hadi bakalım şimdi!!!!

Ayaklarım suyun içinde, gözlerim kamaşıyor ve inceden inceye yanıyorum. Ne komik ki bildik şeyler yapmak istiyorum bunca farklı ve yabancılık içinde. Mesela havuç kremimi sürmek istiyorum, ya da sırt üstü denize uzanıp beni dalgalara, balıklara, yosunlara yem etmeden başka bilinmedik bir yere götürmelerini... Çok tuzlu... Denize bakıyorum, çok dalgalı... Dalgalardan ürkmüşümdür kendimi bildim bileli, eğlenceden çok tedirginlik verir bana ama bir süper kahraman var, asli görevi sihirli ve çok fonksiyonlu şort mayosuyla dünyayı istila edecek gibi sahili ve arada insanları döven bu dalgaları uzaklaştırmak, kılıcıyla dalgaları kesmek olan... Devam o halde....

Ne “Hımmmm” ı Burcu, belli ki çok keyifli... Ups! Dişlerimin arasında gezen bu kum tanecikleri de ne böyle şimdi!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Başka bir geleneksel kıyafetli adam (bunun bir adı olmalı), cool güneş gözlükleri ile direksiyonda. Yanında bayram ziyaretlerinde arabanın önüne oturan yaşlı amca tadında bir adam, bir ön sırada şempanze gibi arabanın tavanına asılmış Singapurlu bir teyze ve eşi ve benden daha az yabancı ama bir o kadar da eğlenceli biri...
Bu ne demek oluyor şimdi? Dalgalar, süper kahraman, havuç kremi???? Bildiğin çöl burası yahu!!! Vayyyy :) Önlü arkalı jeep ler, kumdaki lastik izleri, 60-70 derece eğimle kum tepelerinden hızla inişler, kuma saplananlar, çöl korsanı havasında kasklı atv grupları... Film bir yerde kopmuş olmalı!!! Boşver, deve ne cici di mi? Deve mi????????????? Adamın deveyi hareket ettirişi sırasında çıkardığı seslere ne demeli? “Hırrrrrrr, tıssss, rrrrrrrrr”. Olmuyor işte yaaaa! Benimle konuşmuyor!!!!

Dur Burcu sakin sakin....

Tamam sakin ama elimi sıkan ve “hoşgeldiniz” diyen bu cüce de ne şimdi yaaaa? Ağlasam mı acaba? Yok daha değil sanırım. Etrafta tanıdık birileri olmalı! Burada söylenebilecek en saçma şey! Bi dakka. Bu pancake ustası, dalgaları mahveden süper kahraman!!! İyi de o niye bu kıyafetlerin içinde yaaaaaaaaaa!!!! Yok yok şimdi telefonumun alarmı çalacak ve ben de uyanıcam! Çok rüzgarlı, dansöz kızın saçları uçuşuyor... İyi ki de uçuşuyor, çünkü o saçlar uçuşup yaptığı anlamsız hareketleri gizledikçe neredeyse bildiğim göbek dansını unutturacak hareketlerine daha az maruz kalmış olunuyor! Peki insanlar neden bana bakıyor ve bu kız neden şuanda tam karşımda?????????? Burası çöldeki kamp alanının tam ortasındaki dans alanının ortası olabilir mi? Peki ben karnımı nasıl dalgalandırıyorum böyle, bu benim kızlarla aramızda zaman zaman yapıp eğlendiğimiz birşeydi! Peki kızlar nerede??? Sol omzumdan dirseğime uzanan güzel kokan bir henna... Çöl, çadırın bambu duvarlarına dayadığım sırtım ve “yabancı olmayan” bir görüntü daha...


Aynı taksici!!!!! Bu sefer dirhemim var diyorum gururla!!! Sohbet ediyoruz yol boyunca... Yolun boyu neyse ki önce tanıdık bir yere uzanıyor... Niye bu yolları çok iyi biliyormuşum gibi hissediyorum!!! Tabelalardaki uçak resimlerini takip ettiğimize göre “dönüyorum”... Tanıdık sesi beynime kodluyorum en ufak vurgusuna kadar... 96 saatin bitmesine az bir süre kala pasaporttaki kadının ellerindeki muhteşem henna ya takılıyorum... Ben onun ellerindeki hennayı hayranlıkla izlerken o da “bu ülkeye geldiniz, çok iyi vakit geçirdiniz hadi şimdi uçakta hayalini kurmaya devam edin, nasıl olsa uyanmaya az kaldı” işlemlerini yapıyor kendi çapında...

İstanbul’da hafif serin ve yağmurlu bir Cumartesi akşamı... Çok mu uyudum ne? Ne kadar akıcı ve uzun sürdü gördüklerim, ruhen ve bedenen yorgunum resmen... Ama bir okadar da keyifli ve huzurlu... Bi dakka hissettigim bu güneş yanığı, sol kolumdaki upuzun çiçek şeklindeki kına ve cebimdeki bu online boarding ticket da ne böyle???

Yoksa... Tüm bunlar olurken gözlerim sandığım gibi kapalı değil miymiş sayın seyirciler..? Sen ne diyorsun peki bu duruma??? En çok bunu merak ediyorum...



Wednesday, March 15, 2006

Adrenalin ölçümünde birim neydi acaba????

Açıklama vs. istemiyorum.
Kabullendim ben bu durumu!
Ya da en azından dışarıdan öyle gözüküyor :)
Bunun da bir çaresine bakıyorum kendi yöntemlerimle...
Yalnız şöyle bir itiraf var ki; zaman kavramım, zihin ve duygular arasında olması gereken denge (aslında olmamalı mı acaba????), planlamalar, riskler bir yandan korkutuyor bir yandan da arsız bir haz veriyor...
Güneş tutulmasına 3 kala buraya neler yazacağımı merak ediyorum... ve birçoğu da burada neler okuyacağını...

Tuesday, March 07, 2006

Bir açıklama gerekiyor sanki???

Birileri bana bu havanın açıklamasını yapabilir mi acaba???
Aşağıdaki yazı bir süreliğine anlamını kaybetmiş durumda!
Hatta bir müddet daha böyle sürerse sayfayı da terk etmek durumunda!!!

Kötü hava şartlarının Burcu'nun blog'unu olumsuz etkilemesi sonucunda blog akışımızda meydana gelen değişikliği bildiriyoruz şimdi...

Monday, March 06, 2006

Heyecanlanma hakkımı kullanıyorum!

Genel olarak "ara mevsim, ara insan, ara renk, ara dönem..." gibi kavramları sevmesek de bu bahar durumu biraz farklı sanki.
Bu güneş nasıl birşeyse fazlasıyla gözümün önünde olduğu anlarda kanımda gezinen
birşeyler gıdıklanmaya başlıyor!
Geçen günlerde bulutlara takmıştım kafayı, ben ekrana bakmak istedikçe onlar camdan "tık tık bak şeklime! Kocaman bir nutella kabı gibiyim ya da yatağının üzerindeki yıldız yastıkla yarışırım" dercesine gözüme gözüme girdiler. Kuşlar da şımardı hemen, bir şen şakraklık ki sorma!

Hayal kurmaktan hala keyif alıyorum... Gökyüzüne bakıp kanatlanmak hem de aynı zamanda o kocaman mavi derinliğin içinden aşağı gülümsermiş gibi...