Hayat
hiç hesapta olmayanları getirebilirmiş karşımıza.
Sandığımızdan
daha çok korkabilir, tahmin ettiğimizden daha çok aslan kesilebilirmişiz.
Basıldığında
bizi yerimizden zıplatan damarımız aslında sandığımızdan daha da hassasmış.
Belki
de söylenildiği kadar apolitik değilmişiz. Biranda sokakta buluverebilirmişiz
kendimizi.
Tencere
tava mutfak dolabı ve ateş üstü dışında daha işlevsel ve anlamlı olabilirmiş.
Birikenleri
aklımızda tutabilir, aklımızda tuttuklarımızla çimenler üzerinde çadır
yapabilir, o çadırlar içinde
yürekleri
temiz beyinleri aydınlık olanlar siyahla beyaz, kısayla uzun, doğuyla batı,
varlıkla yokluk kadar
zıt
olma durumunda dahi tahinle pekmez kadar en güzel şekilde birbirimize karışabilir
ve daha da lezzetli bir hale gelebilirmişiz.
Kırmızı
sadece bir renk değil, havada savrulan bir elbisenin en cesur, masum ve akıllı
detayı olabilirmiş.
Yaşadığın
şehir bir anda film setine dönebilirmiş sen de içindeki aktör, figüran, set
işçisi ya da makyöz olabilirmişsin.
Seni
koruyacağını düşünüp sığındıkların, maddenin katı, sıvı ve gaz hali şeklinde
eline batan paslı bir iğne olabilirmiş.
Bazılarının
iki kulak deliği arasında hava, kalpleri yerinde içi boş delik bir buz torbası,
dillerinde hücre sayısından fazla yalan olabilirmiş.
Küçükken
anne babanın senin ilk konuşma ve şarkı söyleme anlarını kaydettikleri kasetler
birileri için aslında o kadar masum hatıralar
olmayabilirmiş.
Birgün
gelirmiş ki yaşıtlarının, kardeşin yaşında olanların fotoğrafları bir anda
siyah beyaz olabilirmiş.
Şöyle
uzuuun bir uyku çeksem rüyası birilerinin içinden hızla uyanmak istedikleri bir
kabus olabilirmiş.
Belki
de hayatının sonuna kadar kesişmeyeceğin nefesler için gözlerin dolabilir,
içindeki damlalar yüksekten korkmasına rağmen göz
yuvalarından aşağıya doğru kendini bırakabilirmiş.
Binlerce
insan yitip gidenin yerine evlat, geride kalanın kalbine kan ve ciğerine nefes
olmak için kenetlenebilirmiş.
Ve
Küçük Prens dendiğinde gözümüzün önüne artık gülümseyen bambaşka bir yüz gelebilirmiş…

No comments:
Post a Comment