Thursday, July 03, 2014

Ay'da yaşayanları ben biliyordum aslında...

Bir yaz mevsimi. Yaş kaç hatırlamıyorum. Gecenin bir vaktine kadar sokakta saklambaçtan ip atlamaya, dansa davetten deli doktora (bilmeyenler için ek bilgi: el ele tutuşularak oluşturulan çemberde eller bırakılmadan kollar altından geçme, saçma sapan düğüm olma ve cezalı vatandaşın yine elleri birbirinden ayırmadan düğümü çözme hali) pek çok oyuna bulaşıp çıktığımız akşamlardan birisi. Kadife şortlar pek revaçta, hani sol bacakta çapraz tenis raketi logosu olanlardan. L.A Gear giymek sinsi sinsi yayılan bir moda ama bende henüz yok. Yoksa bayılıyorum o yandaki burgularına. Sokakta tepinip yorulduğun ve susadığın noktada komşu kapısını çalıp su istemek gayet normal bir hadise. Pek çoğumuzun dizinde dirseğinde düşmekten, çarpmaktan oluşmuş kabuklar. Olsun çocukluğun şanındandır omuzdaki rütbedir dert değil nasılsa geçer. Ağaca tırmanma yeteneği olup da ağacın altında bekleyen halkına erik, kiraz, dut stoğu sağlayabilen varsa biraz daha kıdemli olabilmektedir. İp atlama esnasında, zıplama olayın ip bel hizasındayken ya da tek bilekteyken ipe basmadan yapabilen pek bir havalıdır. Ha bir de akrep ve yelkovanlı kol saatine bakarak saati okuyabiliyorsan büyümeye bir adım daha yaklaşmış olanlar sınıfına giriverirsin. İşte böyle zamanlar ve akşamlardan birinde, dolunay ziyareti esnasında arpası fazla gelen at misali sağdan sola koşturan bendenize der ki yaşça aklı biraz daha ermiş olanlardan birisi “Bak yukarıdaki Ay'a ve üzerindeki lekelere. İşte orada Japonlar yaşıyor.” Gözlerinin çekik olmasını, o anda farklı bir gezegende yaşama durumları ile ilintilendirmeyi hemen tercih ediveriyorum ve de körü körüne inanmasam bile sanki Japonlar ve benim aramda kalacak bir sırmış gibi düşündükçe mideme kelebekleri, yüzüme de hınzır bir tebessümü yerleştiriyorum…
Bazı huylar pek değişmiyor. Gerçek olmadığını bilmene rağmen, aklındaki kek kalıbının şeklini vermek henüz hamur kıvamında bile olmayan düşüncelere, kişilere, korkulara, sevinçlere işine geliyor…

Nerede kalmıştık? Ballıbaba çiçeğini, çamaşır makinesi altında kopan düğmelerin düştüğü mini çekmeceyi, paketinden çıkarılmadan darma duman edilerek yenilan taç krakeri, Pembo’yu Minti’yi, mıknatıslı kalem kutusunu, leblebi tozunu, külah içinde içinde plastik oyuncak barındıran kaymağı? Yoksa bunlar da yok muydu ya da sadece ayda yaşayan Japonlar ve benim aramda bir sır mıydı?