Monday, August 29, 2005

Yansımalarla yakın münasebet...




"Küçükken..." diye başlayan cümleler kurmaktan inanılmaz keyif alıyorum. Tahminen anlatılacak şeyler yalın, şimdi bakıldığında çok matrak, plandan&stratejiden uzak huzurlu şeyler olduğu için. Mesela o dönemde sorun olarak görülebilecek şeylerden birkaç örnek; ateşböceklerini toplayıp şeffaf naylon poşetlere doldurup el feneri yapma çalışmaları sırasında elin kırık kola şişesi parçası tarafından kesilmesi, ilk süt dişinin hiç hazırlıklı olmadığım bir anda yeni pişmiş kekin kendine yakıştırmayıp kalıpta bırakmaya karar verdiği sert köşesi kemirilirken düşmesi, karla kaplanan yollara basıp ilk çizme izini bırakılamaması... Şimdikilerle kıyaslanınca hala ne kadar keyifli gözüküyorlar...

Çocukluğun belirli dönemlerinde takıldığım belirli alışkanlık ve hareketler olmuştu. Özellikle evde yalnız geçirdiğim vakitler arttıkça yeni alışkanlıklar edinir olmuştum: Annemin kremlerini kardeşimin popo pudralarıyla karıştırıp yeni kremler icat etmek ve bunu okula götürüp öğretmen dahil herkese sürmek, "Kara Şimşek" in oynadığı dönemlerde (anaokul dönemlerim oluyor yani) tüm resimlerimde ilgili ilgisiz "Michael Knight" çizmek (yalnız burada durumun farkındayım ki adamı fena şekilde babamla özdeşleştiriyorum :), babama babasından yadigar not defterinin her sayfasına kırmızı ve lacivert elbiseli sünnet çocuğu resimleri çizmek ve aynanın karşısına geçip konuşmak... Özellikle bu sonuncusu kendi varoluşumla ilgili çocuk aklımla yaptığım ilk sorgulamalardı zannedersem... mekan annemin makyaj masası, dirseklerim arkası dantelle kaplı saç fırçalarının arasında aynaya bakıyorum ve aklımda kalan en belirgin soru "bu gerçekten ben miyim?" ve ardından çok da hatırlayamadığım ama en az 10-15 dk. mı alan bir süreç...

Şimdi de aynalar, aslında daha çok yansımlarla olan ilişkimi boyutlandırmak alışkanlıklarım arasında... Tabi artık gördüğüm kişinin "ben" olduğumun çok farkındayım ve aklıma takılan sorular da çok daha farklı....

Özetle...




"Till there was you" eşliğinde blog yazmanın keyfi diye başlayıp resimlerin insert edildiği anda yani finale 1, post etmeye 1,5 dk. kala sayfanın error vermesi ve bu yazdıklarımızın bir draft ının olmaması... Dayanılmaz bir mutluluk ve baş edilmesi zor bir duygu!!!

Neyse. Cmt. günü bir çekildek uykusunun en güzel yerinde nasıl uyandırılır ve keyifli bir kahvaltıya davet edilir bunu yaşadık önce. Sonra Çekildek yani sevgili Songülcüm kendi biberi, kendi köy peyniri ve Marmaris balı (ama o muhteşem bal benim içindi zaten :) ile iştirak ettiler! Gün içinde halledilen işler sonrasında kendi nohutlu pilavımız yani masumca rejim bozma konusunda baştan çıkarıcı mis kokulu bir tencere ile akşam yemeği için tekrar buluşmamız... Yemekte Burak'ın doğum anıları ve mikrodalga fırın etkisiyle hayata gözlerini nasıl açtığı :) Solaryumlu bebek!!!

Pazar günü kahvaltı için yeni denemelerimi canım kardeşim Burak'ın sesini çıkarmadan tatması ve ardından Nişantaşın'da yapılan gülmeli, Starbucks'a uğramalı, poz vermeli bir gezinti... Ve zaman zaman durup onun ne kadar büyüdüğünü fark edip çok mutlu olmak ve onu bir kez daha çok sevmek, bunun şerefine birlikte coconut lı bir frapuccino devirmek...


Ardından Melissssssss ile house cafe de buluşmak ve yarım saat boyunca "taze" ve "sade" somonun yarattığı karışıklık yüzünden kendimi foto çalışmalarıma vermek ve "clashooting" kavramını yarattığıma inanmak... Zıtlıkları aynı kareye sığdırmak ve özellikle yemek fotoğrafı çekmekten çok çok keyif duymak...

Eve dönünce adetten Türk kahvesi seremonisi eşliğinde Jazz Love dinlemek! Gece kahve etkisiyle Shrek 2 nin uyumaya yetmemesi ve bir türlü gözüme girmeyen uykunun yatak odasında biryerlerde aranması sonunda saat 03:30 itibariyle Condé Nast sayfaları arasında bulunması... Sabah 3 aşamalı uyanma egzersizi ve yarınki tatilin çevredeki hissedilir etkisi...

Yarın bir sürü güneş istiyorum, bir de mavi bulutlar... sonra yanaklarımın pespembe olmasını, hatta acımalarına bile razıyım :)

Haftanın sonuydu yine!!

Ne tesadüf ki yine hafta sonu olmuştu! Nasıl geldi geçti bilinmez ama dolu dolu ve keyifli.
-Duygu'nun yemek tariflerini takip etmek ve yorum yazmak + yazdırılması Nezley ile "siyah inci" kardeşliği hatta Emre ile yaratılan üçüzlük durumu, fırında sosisli patates ve kızarmış kaşar ile kurduğum yakın ilişki, Seda ve Lale ile salı gecesi Reina da Ferhat Göçer, "Martı" nın 1 saat içinde okunup bitirilmesi ve neden dünyanın en iyi 2. felsefe kitabı olarak seçildiği konusunda dalınan derin düşünceler, 1 lt. ayran ve N.taşındaki simitçimizden alınan simitin keyifle yenmesi, Müge ile Bodrum-İst. bağlantısını kurulması, ısrarla yanmadığı için şiddetle havuç kreminin önerilmesi, kardeşimin ziyaretiyle duyulan heyecan ve bunun bir ilk olması!!! online dersleri tamamlama konusunda alınan uyarı sonrasında gösterilen müthiş performans...

Kısacası bir hafta sonu daha böyle kucağını açtı ve ben de cumburlop atlayıverdim karşı koymaksızın...

Thursday, August 18, 2005

Yine Hafta Sonu!!!




Yine geliyor haftasonu! Küçükken ne kolaydı bu işler yahu! Azmedip cuma günü ödevlerini bitirenler pamuk helva kıvamında bir hafiflik ile uyanırdı cumartesi sabahına. Bitirmeyenler de uyanırdı ama birşekilde sokaktaki oyunun ya da TV deki çizgi filmin en tatlı yerinde havuz problemleri ya da ünite dergilerindeki anlamsız soru-cevap sayfaları gelirdi akla. Sonra Miki Mouse çizgi filmleri. Araya kahvaltı girerdi. Sonra gazete okunurdu, tabi şimdiki gibi değil, özellikle karikatür sayfaları. Okuma bilinmeyen dönemde anne-babanın kucağına oturulur onlara okutturulurdu bu oku oku bitmeyen karikatürler :)

Sonra olurdu öğle vakti. Hava sıcaksa evde oturulur "Kara Şimşek" beklenir ya da anneyle çarşıya çıkılır. Dönünce bir saat kadar öğle uykusu. Kapıyı çalıp "Burcu sokağa çıkçak mı?" diye soran 130cm. civarı şortlu veletler çoğaldıkça uykudan keyifle uyanılırdı. Sonra sokağa çıkılır, sanki o gün hayatımızın son günüymüşcesine bilinen tüm oyunlar oynanırdı. Arada bir eve gidip su içme, atıştırma seansları. En keyiflisi ise evde misafir varsa o anda mutfaktaki ıslak kekten ağzı balon gibi şişiren kocaman bir parça ile ayrılmaktı.

Akşam yemek saatine doğru ev halkının karşısına temiz çıkmak için duşa ayrılan vakitler ve özellikle yaz ise yemek sonrası tekrar sokak. Anne-babayı kızdırmaya ramak kala eve dönüş :) Gece tatlı bir yorgunluk ile dalınan uyku sırasında dev bardakla karşınızda beliren süt ve hastaysan şayet sütün içindeki balın kokusu...

Pazar sabahı, çocuklar için jimnastik, yine çizgi film seyri ve sonrasında işitme engelliler için haber bülteni ve Hikmet Şimşek yönetiminde klasik müzik konserleri... Bir sebep yaratarak mutlaka ailece yapılan programlar. Eve dönüşte yine banyo, bu sefer sebep sevimsiz okul için aklanıp paklanmalar ve tam Alf başlarken annemin tırnaklarımı kesmek istediği o stres dolu saatler!!! Stres dolu çünkü tırnakların yendiği utanç yılları! Akşamında mutlaka "balık". Nedendir bilinmez pazar günü mutlaka balık yenmeliydi sanki ve her yiyişte süt dişlerinin çürüklerle verdiği mücadelede yenik çıkmasıyla ağlanmalıydı!!! Evet balık yemek benim için ağlamaktı!!! Sonra "Bizimkiler" izlenir... Ve sevimsiz pazartesiye doğru uykuya yatılır...

Peki büyüyünce herşeyin bu kadar komplike yaşanmaya başlaması zorunluluk mudur? Hafta sonları neden bu kadar avare geçirilememektedir??? Alf nerededir, Ivy'nin babası uzaydan dönmüş müdür?... Nerede cevaplarım???

Evet bu hafta sonu daha basit ama bir o kadar daha eğlenceli geçirilmelidir :)

Wednesday, August 17, 2005

Çikolata Fabrikası'na Uğrayıp Çıkıyoruz!



Okulun en güzel yanı neydi? "Haydi çimlerde oturalım" dendiği zaman bunu düşünmek ve eyleme geçmek arasında geçen süre Motta dan krokanlı karamel parçacıklı pasta almak da dahil 5 dakika sürüyordu galiba. Tamam artık otlarla, bunaldığımız anlarda kendimizi gelişi güzel güneşe atmakla işimiz pek kalmadıysa da hala arkadaşlarımızla iş sonrası derli toplu haytalıklar yapmak keyifli olabiliyor sanki... Ama Tanrım buna kara vermek neden bu kadar zor!!! Bir sinemaya gitmek için 4 kişiyi biraraya getirmek neden bu kadar acı verici :) Neyse bugünün gidişatına göre gözlemlerin devamı yarına...

Bir adam doğmuş bundan uzun zamanlar öncesinde ve her yaşı için bir fotoğraf demişler... 77 harika fotoğraf... Dünyayı o gözle görmek nasıl bir şans nasıl bir ayrıcalık ve o nasıl cezbedici bir huysuzluk... Ara Güler ismi de ona en çok yakışanıymış...

Yumultanın Uganda'ya gidişini Burcu ile ilgili ne izler acaba bundan 15 sene sonra filan. Buaralar aklıma takılan birşey yaş 27 olunca kadınlarda hangi duygu ve güçlerin tavana vurduğu... Müge ile otoparktan çıkarken yapılan bu konuşma, Nezley ile Alem sayfaları karıştırılırken derinleştirildi ve eminim ki en kısa zamanda daha ciddi ele alınacaktır. Çünkü bir iki üç işte bitti hoşgeldin 27 dicez ve "Sex and the City" izlemicez ( pls. yazıdaki konuşma diline takılmayın :)) sonra bir de "getty images" daki fotoların altında bir gün benim de ismim ya da piyasada çağrıldığım ismim olsun istiyorum... Peki diğer sorunsalım saçlarımı çikolata kahvesine boyatmalı mı? Senelerdir gözümün alıştığı o sarılığı göremezsem ne kadar bunalım olabilirim :) yoksa aşka gelip kestirmeli mi :( yok yok bu çok uzak bir ihtimal... Peki Jessica Simpson ve Ashley Simpson ın kardeşliği birkez daha teyid edildiyse, yani bir eve bunladan bir tane yetmiyorsa.... Peki buaralar sokakta hangi pencereden geldiğini henüz keşfedemediğim o çılgın TV sesine henüz bir çözüm bulunamadıysa??? Peki 3M buaralar pek bir cazip geliyorsa kulağa as a next step!!!!

Biraz gereksiz serbest çağrışım oldu farkındayım... Kaçıyorum...

Tuesday, August 16, 2005

17 yaşında bir oğlum mu oluyor ne????


Bilen biliyor zaten hikayeyi... İnanılmaz bir hafta sonu, 24 yaşa kadar yapılabilecek en büyük ve sorumluluk sahibi konuşma ve sonuç: Free Willy gibi bir özgürleşme hikayesi ve kapı zilinde Burcu-Burak ...... yazması ihtimali... Durumun ancak etkisinden kurtuldum ve bundan sonra olacak olanların heyecanını yaşıyorum hala.

Bir yandan yeni hevesim "internet yatırımcılığı" :) Heyecanla ertesi gün rakamlarda oluşacak değişiklikleri beklemek... Bunun dışında yarın çıkılması planlanan ama sonra elde patlaması ihtimaline karşılık "incase of emergency" diyerek geri alınan tatil... Birtürlü planlanamayan "Chocolate Factory" gecesi.. Çok alakasız ama önümde Tiago'nun (Cynthia'nın bebeği) masum melek resmi ve tam şuanda onun kokusunu içime çekerek uyuma ihtiyacı...

Bu tam anlamıyla beyinde bonibonların zıpladığı bir durum yani bir ondan bir bundan... Sürmen'in arıza halleri, Nezley ve Müge ile gidilecek Ara Güler sergisi ve benim tam Beyoğlu uyumlu topuklularım!!! Şrek 1'i bulamamanın verdiği acı, evde yaklaşık 8 aydır masanın üstünde yapılmayı bekleyen puzzle, yarın acaba yüzmeye mi gitsem düşüncesi!!! Kazaa ve messenger ile vedalaşma... Tam black list lik bir durum bu, yani ikaz gelirse bu İngiltere merkezden olmalıydı... Evde beni bekleyen Sergio Zyman ve Seth Godin arasında bir seçim yapma kargaşası ama sonunda küpelermi kaybolmasınlar diye anlamlı gruplar halinde beyaz bir köpüğe itinayla onları geçirdiğim anda kendimi buluverme... Peki yatmadan Mevlana ile ilgili kitaptan okumaya devam etsem faydası olur mu? İlk başladığım gece kabuslar gördüm, bir yanlış anlaşılma oldu galiba :)

Bir de zaman zaman (zannedersem sıklığı senin tahmin ettiğinden daha fazla) aklımı yoklayan düşüncesi...

Burada daha heyecanlı ve büyük yazılar yazmak istiyorum...

Monday, August 08, 2005

Ben artık söyleyemiyorum...

Benim içimden geleni söylemiş ki en sevdiğim kadınlardan biri... Bazen bunu hissettirir "birşeyler", ne kadar önemli ve değerli oldukları gerçeğini düşünmemeye çalışırsın, kalbin ve zihnin inkar etse de sonuna kadar....

Sonra bir şarkı daha dinlersin aynı kadından...



Yolun zorunu yürümüştüm ben
Tanıştığımız zaman
Sen dalgalanmaktaydın elvan elvan
O yüzden tam olarak
Hissedemedin sen içimi
Hala kulağımda çınlıyor
O alaycı kahkahan

Haberin yoktu henüz cilvesinden aşkın
Sarsılmıyordun hiç ay tutulmasından
O kadar taşkın o kadar açtın ki
Düşmen kaçınılmazdı arzın ortasından

Pişman olduğun zaman
Zevke doyduğun zaman
Huzur bulduğun zaman
Dönebilirsin

Ben yine burada olacağım
Yaralarını saracağım
Seni anlayacağım
------0--------

Yoruldum... Artık kaybolma vakti... Dinginleşme vakti...
Bu blog a çok fazla takılmama vakti

Thursday, August 04, 2005

Pazar Akşamı İstanbul'da Güneş Saklanırken...


Yumultamın sevmediği pazartesilerden kaçıp pazar akşamına pasta mumu olmaya karar verdik... Nuteras'ta güneşi batırmaktı fikrimiz ama biraz geciktik... devamı belki özel yumulta sayısında olacak...

Sonra efendim pzt. geçti, salı oldu Boğaz'da konser ve mochito güzel oldu, sonra çarşamba oldu, Burnett'te diet coke güzel oldu, sonra Perşembe oldu, sonra Cuma oluyor, sonra cumartesi. O zaman da dicez ki "ne güzel sabahlar olmadı :)". Sonra pazar olcak, belki house kahvaltı ve ardından BuzAda güzeldi dicez??? Der miyiz kızlar??

Aslında bunları seviyorum ve güzel diyorum, neden çünkü eğleniyorum ve eğlendikten sonra huzur duyuyorum, aklıma hemen ardından soru işaretleri hücum etmiyor.. peki neden bazen aksi olanın üstüne gidiyoruz bu kadar? huzur, çok mu zor, ya da bunu istemek çok mu anlamsız? Çok huzurlu gözükenler numara mı yapıyorlar yoksa? Elma şekerinin dudaklarımı boyayan muhteşem şekerinin altında neden istediğim yemyeşil ve sert elma olmuyor. Bu kurtların ne işi oluyor orada??? Neden kurtsuz olanını bulmak bu kadar zor, bulmaya çalışırken ya tüm dişlerim çürürse ve bir gün, değil sadece elmanın ya şekerin bile tadını alamaz hale gelirsem...

Ben biraz daha düşüneyim.... Bugün aramıyorum, çok merak etsem de, meraktan öte sadece sesini duymak istesemde... ama aramıyorum... ya şekerden vaz geçicez ya da kurtlu elmayı yemeyi göze alıcaz... bunu da biraz daha düşüneyim.. sanki hiç yapmadım!!!