Wednesday, September 28, 2005

WOK'ta Parti :p

Gerçekten çok kolay oldu!
Mutfak tezgahına baktığımda karşımda sadece:
- 1 adet kabak
- 2 adet havuç
- 1 adet patlıcan duruyordu

Çabuk ölsün diye önce incecik dilimlenmiş havuçlar hafif kızgın zeytinyağı ile buluştu. Ardından küp küp kesilmiş patlıcanlar da dayanamdı wok'a atladı. Bir tutam tuzdan sonra 1 yemek kaşığı kadar sarımsak sosu ile wok içinde tur atmaya devam ettiler (sarımsak ve ellerde bıraktığı acı dolu kokulu anılardan hoşlanmayanlara duyrulur :) Masum ve uslu kabaklar da yine küp gibi kesilip partiye katıldılar ve biraz soya sosu ile wok içindeki parti sona erdi.

1 adet taze yufkanın 1/3'i kadar bir parça derince bir kase içinde pusuya yattı. Dolu dolu kaşıklarla kendisine doğru boşaltılan sebze karışımına hiç hayır demedi. Sonra bohça gibi ağzı kapatıldı ve yine uzunca bir yufka parçasının yardımıyla ağzı çevrelendi.

Zeytinyağı ile hafifçe yağlanan tepsi, 230 derecede kızdırılmış fırına, ızgara kısmını da yaşamak kaydıyla şöyle bir girdi çıktı. Yufkalar bir utandı, kızardı ama güzel oldu.

Sonuç: Roka salatası ile keyifle yenildi. Kendime 5 üzerinden 4 puan verdim ( 1 puan salatama çok uğraşmadığım için!)

Tuesday, September 27, 2005

Muzungu oldum mu ben şimdi???

Masa takvimime bir göz atıyorum.
Her kare icinde birseyler yazıyor.
Bir kelime ile "şifrelenen" binlerce kelimeyle özetlenecek programlar.
Meliscim mercimekli roka salatamın tadına baktı sonunda! Türk kahvesi yapamadık bu sefer ama burası Boston değil artık, kahve içip Jazz Love dinlemek çok daha kolay :)


Peki cuma oldu ne oldu? Yumulta'ya "bye bye" partisi oldu. Meltem ver elini Uganda diyor. Uganda'da "gorilla safari" yapmak isteyenler alın size bir tanıdık işte! Merak etme Yumultam "Gorillas in the Mist" i daha çok insana izletme görevi buralarda bende artık :) "Kumari Devi" ve bendeniz CC Burcu, anlaşmış gibi beyaz giymişiz. Tekneden az önce inip karaya ayağımızı basmış gibi. Tünel'e uzun zamandır gitmiyordum, nasıl canlanmış!!! Cam kenarından süzülüp, yapılı saçları ve rujlu dudaklarıyla kendisini göstermek istediği gençlerin yolunu işve ve cilveyle gözleyen bir kız gibi... Carnival'in sokağına girer girmez elim fotoğraf makinama gitmişti bile, mekanın içinde duvarda asılı olan kocaman fotoğraflara bayıldım.

Sonra bir bir kızlar, benim de davetlim olan canımcım Sedacım, Lalecüüüüm ve Dinçercim geldiler. Gecenin en güzel sürprizlerinden birisi Seda'nın şerefime patlattığı 3 tüp Çokokrem oldu!!! Gecenin ilerleyen dakikalarında arada bir sokakta dans edip içeri kaçmalar sırasında, menünün yazılı olduğu siyah kocaman tahtayı gözüme kestirmiştim bile :) Bütün gece bana "pembe pipetli" içecekler taşıyan garson çocuk da el mahkum silmek durumunda kaldı tahtayı ve pembe tebeşirle tahtayı buluşturdum sonunda. Bir sürü bir sürü fotoğraf çekildi, gece biterken ben Meltemle "sirtaki" yapıyordum!!! Şaşırma, çünkü bizim hayatımızın bir parçası artık :) Tünel'den Bebek'e doğru bir uzanış ve sabahı kucaklayış...

Cumartesi oldu iyi oldu da Cumanın yorgunluğu Cuma da kalsaydı biraz :(Ama güneş güzeldi, biraz serindi ama güzeldi. Yıllar sonra bir kumbaram oldu, hem de "bikini giymiş bir inek"!!! Buradan duyurulur, evime gelen herkes ineğime yeni bikini almak için yardımda bulunmalı :p Cumartesi Sedacımın yemek daveti, Kız Kulesi, Boğaz Köprüsü, Öküz Gözü, 8 Kaşık Nutella, kocaman konuşmalar ve Koridor'da tesadüfi buluşmalar... Bir de birisi koridorun kuyumcu ya da narkoz masası misali aydınlığına bir çare bulabilir mi acaba?

Pazar 9:20 de uyanış ve 2dk. içinde ılık duşun altında 2. uykuya geçmek üzereyken en soğuk ve şiddetli ayarda açılan duş başlığı ile haykırış!! Kahvaltı öncesi tek küp şekerli Türk kahvesi ve Emek'te kahvaltı. Sinem motor sınavından geçti, sıra Seda da, önümüzdeki yaz ben de kelebekli pembe ya da uçuk mavi metalik motorumla aralarında pır pır gitme amacındayım. Sonra sahilde yürüyüş, fotoğraf çekiş, insanları izleyiş. Seda'ın içindeki alışveriş canavarını öldürüş, ofise uğrayıp keyifle birkaç saat keyifle iş yapış, akşam da 3 posta ağlamalı Hotel Rwanda izleyiş.

Pazartesi sendromuna girmediysem bu hafta, şu anlattıklarımdan olabilir mi acaba?? :)

Friday, September 23, 2005

Başardık sonunda!

Bundan önce başımıza gelmeyen:
İyi bir filmi denk getirmeyi...
Filo da dahil bir araya gelmeyi...
Yemek sonrası uyduruk "fortune"lu birer Baci yemeyi...
Filmde hiç uyumamayı (Nezley bile!!!)...
Sıkılmamayı...

başardık :)

Peki yine ve yine yaptıklarımız ve eğlendiklerimiz:

Num Num garsonlarıyla soğuk savaşa girmeyi!
Menünün içinde kaybolmayı...
Açlıktan ölmek üzereyken yemeklerimizi yiyebilmeyi...
Sinema saatinden tam olarak bilet kuyruğu önünde haberdar olabilmeyi...
Film esnasinda sesli yorumlarımızla çok gülmeyi...

başardık da başardık :)) Bir G-mall
deneyimi daha çooook keyifli geçti :)

Monday, September 19, 2005

"Ring"e Erken Çıkış???

Ahmet Altan fanatiği değilim, çıkan her yazısını mutlaka okuyanlardan da... Ama bir yazısı var ki benim bile bazen üzerini sıkıca örttüğümü düşündüğüm biryerlere gidip dokunuveriyor... Defalarca okudum, hem kendime hem de anlayacağını düşündüğüm kişilere...

Ne diyordu Müge orada hatırlıyor musun? Açılan yaranın kanamasını durdurmak için tam üstüne bir darbe daha! İşe yarıyor belki! Ya da en büyük darbeyi vurabilmek için "geri çekilmek". Bilmiyorum???

Isınma hareketlerindeyim yine şuanda, bir önceki maçın tüm ağırlığına ve uzunluğuna rağmen ama önümde bir ring var mı yok mu henüz bilemiyorum! Arada derede şeylere dayanamıyorum. Ya sıcak ya soğuk, ya yaz ya kış; ne ılık ne de sonbahar! Geçiş dönemi insanı olmadığımı birkez daha anladım, ne kendi geçiş dönemimin ne de başkalarının... Bazı şeyler dışarıdan ne kadar hızlı, ne kadar çabuk tüketiliyor gözüküyor! Rakibini tanımadan bunu nereden bilebilirsin ki..?

Dövüş olacak mı olmayacak mı hissedemiyorum! Belki yavaş yavaş bir süreliğine ringin kenarına geçme ve dinlenme vakti... Bu yazının tadı da "gri", rengin tadı olur mu diyenleri de istemiyorum...

Monday, September 12, 2005

Gözlerimi açmakla kapamak arasında...

Gece saat 03:30... İçgüdüsel bir hareketle buzdolabı açılıyor ve içindeki fıstıklı çikolata afiyetle yeniyor. Sabah alarm ile verilen ve galibin aslında başından beri belli olduğu mücadele sonucunda uyanılıyor ve elbiseler önündeki minimum 10 dk.lık bekleyiş... Sonra bir koca yudum diet cola ile biraz daha kendine geliş..

Hımm... Bugün Kara Fırın neden bu kadar boş, yoksa kaşarlı poğaçanın çıkış saatini benden başka birileri daha mı öğrenmiş? Uzun saçlı, kocaman siyah gözlüklü ve hiç çaktırmasa da boyu kadar bir kızı olan kadının çantası ne alakasız bugün! Tam köşeyi dönünce yine o eski ünlülerden olan amca. Ünlü ama ismini bilmiyorum ve o da her seferinde "sen beni tanıyorsun aslında" diyen gözlerle bakıyor, ama tanımıyorum işteeee!!! Saat 08:40 ve gayet ağdalı bir şekilde elinde cep telefonu yürüyor yaylı yaylı...

Ta taaa... İşte jilet gibi kıyafetleriyle köpekli amca! İsmini söylemişti ama hatırlamıyorum. Köpeği de çok çirkin aslında ama üzülmesin diye başını okşuyorum her seferinde. Bu sefer çok uzun tutmaz umarım, sonuncusunda kırmızı şarap ve akşamları salata yemenin faydalarından bahsetmişti yaklaşık 10 dk.!

İşte "U"! Benim için bu! Ağaçlar beni seviyor :)
Sonra bir de her sabah bana ilk "günaydın" diyen şahsiyet: "Kedi". CRR'nin kedisi o, kızmı erkek mi bilmiyorum, ama her sabah mutlaka selam veriyor bana. Soğuk havalarda binaya yansıtılan güçlü spot ışıklarının karşısında ısıtıyor kendini. Yani hem keyfine düşkün hem de sanata. Benden çok konser ve oyuna tanık olduğunu biliyorum.

Sonra sonra bir de gökyüzü. Buaralar keyfimi kaçırmıyor. Ama Eylül'ün ilk hafta sonu bir kasvet, bir dehşet, bir saldırganlık ile gelmedi mi?? Bir kendini bilmezlik durumu!! "Yaz"ın da bu kadar kolay mağlup olmasını aklım almıyor!!! Ama yine de bu gökyüzü komik şey!

Birsürü işe yarıyor:
İçinde kar yapıyor, gökkuşağı saklıyor bir de dibine hazine gömüyor, sonra bulutlardan şekiller yapıp önümüze koyuyor, pembesi, moru, kırmızısı, mavisi var, git git, içinde uç uç bitmiyor, fotoğraf çekerken resmen poz veriyor...

Kocamaaaaannnn bir minderin içindeyim ama resmen içinde, o kadar kocaman ve yumuşak ki saklıyor resmen beni... ayağıma dokunan şey de çimenler... kavunlu frozen ve "it's a beatiful day". Bense "Wallpaper" içinde "Dünyanın mutlaka görülmesi gereken şehirleri" sayfaları arasında bir yerde kaybolmuşum... Hangi sayfa olduğunun ne önemi var ki..?

Saturday, September 03, 2005

Hayatla İnatlaşmalar :)

Zaman zaman hayatla yaptığım inatlaşmalar, uyulması tavsiye edilen düzenin dışına çıkma eğilimleri, bir "dağ dağa küsmüş dağın haberi olmamış" durumları, sonrasında yine kendi kendime bunları çocukça ya da eğlenceli bulma seansları :) Meselaaaaaaaaaaaa :

- Üniversitede bitirme tezi dahil tüm ödevlerin konu belli olduğu andan itibaren hazırlığına başlama kuralını kim koymuştur? Buna gerçekten gerek var mıdır?
Tabi ki de yoktur! Ödevi vermeden önceki son gece vücutta yükselen adrenalin, kola kahve karışımlarını yarattığı kalp çarpıntısı, rengarenk bir yığın şeklinde biriken çikolata ambalajlarının büyüleyici görüntüsü ve %800 performansla çalışan beyin hücreleri arasında sonuca ulaşmak ve üstüne bir de en kremalısından en yüksek notu almak hatta daha da ukala bir şekilde en yüksek notun alınacağını zaten başından beri biliyor olmak... Pardon bu kural ve kaideler kitabında hangi sayfada yazıyordu? Ben zaten kitabı bilmiyorum bilenler bu maddenin üzerini çizebilir hemen.

- Yemekten tatlı en son yenir! Kahvaltıda mutlaka çay içilir, balık ile yoğurt yenmez...
Niyemiş canım?? Tatlının yarısının yarattığı dinginlik ve yemek sonunda yine o eşsiz lezzet ile buluşacağının düşüncesiyle yemek yemek. Denemelisiniz. Çay: ne gereksiz, nasıl bir el alışkanlığı, nasıl bir seremoni! Kahvaltıda en keyiflisi "su"dur. Ayrıca yoğurt balığa en çok yakışan "beyaz"dır. Bilmem ki acaba rakı içemediğim için mi bu düşünce?? Ama olsun yine de öyledir işte. - -


- Yağmur romantizmdir, sakinliktir. İlkbahar ve sonbahar aman aman ne güzeldir!!!
Şiddetle karşı çıkılır! Yağmur mahkumiyettir, olduğun yere tıkılıp kalmaktır. Sadece buna ihtiyaç duyan bitki ve hayvancıklar için keyiflidir. Ok. barajlar dolsun, yağmur ormanları daha da cangıldasın ama bu olayın fazlası zarardır! Tozları yere yapıştırmaya ve ardından güneş olsun olmasın gökkuşağı çıkarmaya söz verirse barış anlaşması imzalanabilir. İlkbahar ve sonbahar ara mevsimlerdir. Arada derede birşeyler yaşamak keyifli değildir. Cangul cungul güneş ya da kıtır kıtır kar ne güzeldir :)

- Tırnak yemek zararlıdır!
Hayır.. Hatta mümkünse hayatının bir döneminde her çocuk tırnak yemelidir ki büyüyünce değerini bilsin! Tabi kazık kadar adam olup parmak ucu dudakların arasında akrobatik hareketler yapmak görünüş olarak biraz garip olmaktadır.




- Sokak lezzetleri çocuklardan "toksik atık"mış gibi kaçırılmalıdır!
No no no!!! İlkokul 5.sınıfa kadar okulun önündeki bakkaldan dahi birşey almasına izin verilmeyen (aynısı markette olan markalar da dahil) ağaçlara tırmanması hoş karşılanmayan, leblebi tozunu içindeki tırnak hikayeleri ile büyümüş biri olarak bırakın çocuklar "ballı baba" nin dibindeki şekerli sıvıyı "hüpp" diye çeksin, yonca köklerini çiğneyip yüzünü ekşileştirsin, incir sütünden parmakları yapış yapış olsun :) Ama leblebi tozu yerken yine de içine göz atmasında fayda olabilir!

- Civa tehlikelidir!!!!
Hiçte bile!!! Civa dünyanın en keyifli sıvı&metal "bişeyi"dir!! Ve oynaması da acayip keyiflidir. Tarife gelirsek: Bakkaldan (her bakkalda olmaz) alınan 0.5 uç kutusu içindeki civa okul sırasının üzerine dökülür, ama önceden masanın üzerindeki silgi pislikleri yanaklar balon gibi yapılarak olanca güçle üflenmelidir. Masada kıvrak hareketler yapmaya meyilli civanın üzerine parmakla vurulur ve civanın 18 milyon parçaya ayrılması zevkle izlenir. Sonra sekiz kurdeleli kafa ya da yakaları boyunlarından sarkan 3 şortlu tarafından ayrılan parçaların tekrar biraraya getirilmesine çalışılmalıdır. Bir çocuk bunu mutlaka görmelidir. Bu geleceğin bilim adamı olmak için güzel bir başlangıçtır.

Ay ayyy sıkıldım yazmaktan, muhtemelen siz de okumaktan... O zaman şimdilik bunu burada bırakalım... Bir sonuç cümlesi aramayın cümlede çünkü yok!!! Kim demiş olmak zorunda diye??????????