Monday, December 25, 2006

Grip aşısı mı demiştiniz???

Pardon!!!
Şuanda yüzümde tava yemiş etkisi varsa...
Gözlerim kapanıyorsa...
Evdeki polar battaniyeme sarılmaya bu kadar özlem doluysam...
Tarçınlı şeker kutumun içi renkli renkli haplar ile doluysa şuanda...
Grip aşısı olurken yaşadığım stres ve heyecana ne oldu yani!!!!

Sunday, December 17, 2006

Hatırlamaktan yazamamak...

kelimelerin hayallere yetmediği anlardan...
sözcüklerin yaşanılanlara hazırlıksız yakalandığı durumlardan...
***
hayal etmediğim şekilde aynı zaman ve mekanlarda bulunmaktan...
hayal etmediğim bir kitabı okumaktan ama en çok da ilk sayfasındaki apayrı sarı, küçük kağıdı bulmaktan...
hayal etmediğim şekilde yıldızlara takılmaktan...
hayal etmediğim şekilde ismimi farklı bir şekilde duymaktan...
***
önce hayal edip sonra mı yaşarız???
yoksa önce yaşayıp sonra hayal mi ederiz???
***
burcu önce yaşıyor sonra hayal kuruyor bu aralar...
çünkü hayal etmediklerini yaşamanın ne kadar keyifli olduğunu fark ediyor her geçen gün...
ama "hayal bile etmediklerinin" ya da "hayal bile edemediklerinin" değil...
sadece hayal etmediklerinin...
sonra yaşadıklarının ardından kelimelerin, seslerin, görüntülerin hayalini kuruyor...
aslında hayalini kurmuyor; "hatırlıyor"...
hatırladığı şeylerin aklında güzel renkli post-it lere dönüşmesi için de illaki önceden büyük enerjiler, kocaman tedirginlikler ya da ürkek dilekler gerektirmediğini fark ediyor...
hatırlamak hayal etmekten daha çok keyif veriyor...
***
yürürken ayaklarına küçük yıldızcıklar yapıştıkça hafifliyor...
yıldızları nereden mi buluyor?
:)

Thursday, November 30, 2006

40 saatlik serüven...

Herşey Nezley ve Müge'nin kendi aralarında konuşmaları, benim bu konuşmalara oldukça yabancı kalmam ve konuyla ilgili bir fikrim olmadığı için eleştirilmemle başladı.
"Çemberimde Gül Oya" dan bahsediyorum...
Sonradan ilgimi çekiyor bazı şeyler işte :)

Yavaş yavaş gelmeye başladı VCD ve DVD'ler. Önce teker teker izlenmeye başladılar.
Ama sonra fark ettim ki kapanıyorum odama, çıkıyorum yatağın tepesine, ayak ucumda laptop ve her 1 saat 15 dk. lık zaman dilimi sonrasında şişik gözlerle ihtiyaç molaları veriyorum!
Tıpkı "Babam ve Oğlum" daki gibi, bir ağlıyor bir gülüyorum! Kulaktan dolma, kitaptan okuma, şarkılardan anlama şeklinde bir fikre sahip olduğum o curcunalı 80'ler e, ihtilale, yokluğa, yağ sıralarına tanık oluyorum... Çok şey öğreniyorum o döneme ilişkin ve kendi kulağımda kalan bazı örneklerle birleştiriyorum:

'79 senesinin Eylül ayı. Annem ve babam evlenecek ama ortam pek rahat değil. Düğün hazırlıkları sırasında yemek lazım gelene gidene vermek için ama sorun baştan başlıyor ki yağ yok ortada! Altın kadar değerli Vita :) Yok da yok! Babam alıyor tenekeleri gidiyor bir yağ fabrikasına:
- "Abi ben evlenicem" diyor. "Yapamaz mıyız acaba bişeyler? Hani kız evine karşı mahçup olmamak lazım".
Adamcağız acıyor "babamcağıza":
- "Tamam, ver tenekeleri" diyor. "Ama soran olursa ay çekirdeğim vardı onları verdim yağ aldım dersin" diye tembihliyor.

yaaaaa işte böyle... Bunlara değil ama o dönemin basitliğine, Mehmet ve Yurdanur'un aşkına, birbirlerine sonsuz destek olmalarına çok ama çok özendim...

Thursday, November 23, 2006

Tuesday, November 14, 2006

fanusumla mi yurumusum aslinda???

Once 7 saat farki sevdim... geriye dogru kocaman bir yedi... hatta sekiz artik...
Binlerce km.. Onlarin diliyle binlerce mil...
Sonra balkonumuzun baktigi komsu bahcenin aslinda benim disimda ne kadar cok insan tarafindan gorulmek istendigini fark edip sirittim...
Toplam 3 kez kayboldum, cok yurudum, cok yoruldum...
Klavye tuslarinda en gerekli hallerde noktayi unuttum...
Bilmedigim birsuru yoldan gectim, yeni isimler isittim..
Fotograf makinami sisirdim..
Mail attim, cevap bekledim...
Simdi de eve donusu bekliyorum...
Henuz buyuk hikayem icin ozneleri bulup cumleleri kuramadim...

soru mu? degil? ama yine de cevabi bilen?

Saturday, November 04, 2006

yine kar yağsa ve popom ıslansa!

ha ha :)
Ama gerçekten böyleydi! Yani 15 sene kadar öncesinden bahsediyorum!
Kar yağar, sokakları çocuk basar, kızağı olan kızağıyla, olmayan leğen ve torbayla bağırış çağırış, çığlık kıyamet evimizin önündeki o en keyifli bayırda kayardı!
Kaymaktan yorulanlar dinlenmek için kardan adam yapardı!
Evden havuç, zeytin vs. kapıp kozmetik rötuşlar ile eserler sonlandırılırdı.
Sonra sevimsiz kartopu savaşları!
Şanslıysan yüzünün ortasına iyice sertleştirilerek gülle haline getirilmiş kartopu yemeden olaydan kurtulurdun!

Genelde gece yağardı kar bizim orada. Kimseler çıkmadan ilk ben ayak izlerimi bırakmak isterdim, hatta tepinmek, hatta hepsini ben bozmak isterdim...
Bir keresinde formika bir mutfak masası bulduk sokakta. Niye bulduysak???Hani üstü krem rengi, parlak ve kaygan olanlardan.
Masayı ters çevirip 5 kişi bindik tepesine. Meşhur bayırın ucuna geçtiğimizde eğlence ve heyecan yerini korkuya bırakmıştı ama içimizdeki kurtlar partiye devam şeklinde.
Bıraktık kendimizi aşağıya doğru ve korkunç bir hızla kaymaya başladık.
Parkın taş duvarlarına toslayıp sağa sola dağıldığımızda gülmekten katılmıştık! Gülmekten ve tıkış tıkış giyinmekten altına kaçıranlar bile olmuştu!

Karla boğuştuktan sonra eve gidilir!
Önce kapıda silkelenilir! Sonra kaloriferin yanında elbiselere veda edilir.
Torbayla kayıldıysa şayet ıslanan popo kalorifere yapıştırılır.
Sonra yerdeki pufun üstüne pofff diye yatılarak ayaklar kalorifere dayanır ve büyük ihtimalle uykuya dalınırdı...

Şimdi yine kar yağıyor ama bu kareler olmuyor... Sokaktan eve kaçmak için çabalıyor hatta keşke hiç çıkmasam diyorum... Montumun üstüne düşen kar tanelerinin şekilleriyle yine büyüleniyorum amaaaa kız & erkek külotlu çorap, ıslak popo, ılık süt, şişik bademcik günlerini de özlüyorum...

Sunday, October 29, 2006

yap boz

Buaralar aklımdaki parçalar biraraya gelse ortaya ne çıkacak ben bile bilmiyorum!
Sürpriz yumurta gibi!Dokunmayı, sahip olmayı, defalarca okumayı tarçın kokusunu sever gibi sevdiğim kitapların içindeki kahramanlardan olmak istiyorum... Ya da ne kadar korku, entrika, hüzün, ayrılık vs. yaşanırsa yaşansın sonunun iyi bittiğini bildiğim filmlerden birinde akılda en çok kalan karakter olmak :)

Çiçeklik bizi ağırladı yine dün gece...
Koridor ve Nişantaşı yorgunları, bir gariplik varmış ya da arıza bir olmalıymış gibi bakan gözlerle geçip giderlerken yanımızdan biz oldukça keyifliydik :) Bizim kanımızdan çok dilimizde enfes bir tad bırakan baileys latte ye karşılık,
evlerine, yataklarına ya da başka mekanlara koşarken ve üç saniye sonrasını hatırlamaz gözlerle bakanların sabahlar olmasın nidaları daha fazla olmuştu sanki :) Mutlu gözüküyordu herkes. Ama biri hariç!

x: Burdan geçen birileri oldu mu şimdi?
B&M: Sürekli birileri geçiyor tabi!
x: Yaklaşık 10 kişilik bir grup, 2 tane mini etekli kız var aralarında!!
B: Küçük gruplar halinde geçenler ilerde toplanıp 10 kişi oldularsa bilemeyiz tabi. Ayrıca kızlara bakmıyoruz biz!
x: Ben de bakmıyorum da zaten! Hay Allah yaa!
B: Telefon etsene.
x: Onlardan birinde kaldı telefonum! Ben de sizden istemicem zaten!
B: Mel! Telefon numarası nasıl gizleniyordu?? Yalnız ne biliyim telefonumu alıp kaçmayacağını!
x: Tamam ayakkabılarımı bırakayım. Yeni aldım, 200 kağıt eder! (ve buarada ayakkabılardan birisi çıkar!)
B: OK. Ama yine de güvenli değil.
B&M: Sen gel aramıza otur bakalım. Kaçarsın filan! Yurtdışı mı arıcaksın yoksa sen??? Ha ha!
(Telefon konuşması yapılır buarada)
M: Bak bu geceki iyilik meleğinle tanışmış oldun.
B&M: Hadi bakalım sen şimdi doğruca arkadaşlarının yanına...

(ikinci fotoğraftaki insan resimlerine dikkat! Hepsinde bıyık var! 6 yaş civarlarıma denk gelen gazete ve dergilerdeki insan resimleri, bebeklerim elimden kurtulamadı bu konuda!)



Saturday, October 14, 2006

ya...

1980 senesinin Mart ayının x gününde beni dölleyen değil de hemen bir yandaki sperm esas oğlan olsaymış...
6 yaşında bir Ölüdeniz yolculuğu sırasında sağ tarafındaki uçurumu hakkında şom ağızlılık yaptığım yol 30 cm daha dar olsaydı...
1989 senesinin bir yaz akşamı saklambaç oynarken ayağımın kayması sonucu üzerinden düşerek yüz üstü çakıldığım duvar tepesinde dolanmaktansa herhangi bir ağacın arkasına saklansaydım...
Spora devam ederek voleybolcu olmayı seçseydim...
Ya da 2, 3 net eksik yaparak hemen bir alt seçenek olan ODTÜ'ye gitseydim...
Okul partisinde o desk lerde değil de zıt köşede dursaydım...
Medya sınavına çalıştığım bir gece vakti Mel beni değil de o gece odada olmayan Aslı'yı çağırsaydı...
Anlamsız bir boş vaktimde öylesine gönderdiğim CV imden Gaye'nin hiç haberi olmasaydı...
O Yunan gecesini hiç yapmamış olsaydık...
Eylem ile GS üniversitesi önünde hiç karşılaşmamış olsaydık...
Çiğdem Humanitas'ta bizim odaya değil de bir üst kata gelmiş olsaydı...
Güliz ile Songül değil de başka biri toplantı yapsaydı...
Blog yazmaya hiç başlamasaydım...
Tam zamanında Levent'teki yeni ofise taşınmış olsaydık ya da 17 Ağustos'ta annemlerden gizli, onlara sürpriz yapmak niyetiyle komik bir maceraperestlikle trende olmak yerine o çok beğendiğim çarşıdaki evlerden birinde oturuyor olsaydık...
ne, nasıl olurdu acaba???

Dipnot: Sliding Doors sonrası beyin jimnastiği...

Sunday, October 08, 2006

Boy çizgilerim...

Boy çizgilerim vardı benim...
Kapı eşiklerinde mezura ile ya da doktorda, eczanede kocaman demirden tartı vazifesi de gören aletlerin üzerine çıkıp da ölçülen...
İlk ölçümünü hatırlamamakla birlikte annemin deyişiyle 53 cm. im...
Sonra adım adım yükselttiğim...
Evdekilerin görmeyeceği noktalarda, kapı ya da perde arkalarında kurşun kalemlerle işaretlediğim...
Değişen santimlerin arasına büyümeler, öğrenmeler, gelmeler, gitmeler, sevmeler, renkler, sesler, kokular, isimler, heyecanlar, büyülenmeler, delilikler, korkmalar, üzülmeler serpiştirdiğim...
Hangi sayıda takılıp kalacağım acaba diye merak ettiğim...
Annemi hep 36, babamı da en fazla 42 olacak zannettiğim anlarımı bilen santimlerim...
Acaba hangi kurşun kalem çizgisinde kalmak isterdim???
Hangi uzunlukları gösteren kurşun kalem işaretleri arasındakileri silmek isterdim???

Thursday, October 05, 2006

"Merhaba ben..."

Çiğdem, Utku, Dilek, Gulfi, Senna, Cafe Wien demesine gerek kalmadı kimsenin o gece. Aslında birkaçımız hariç ilk kez birarada olup da birbirimizden bu kadar haberdar olmamız keyifli olandı. House Cafe deki en şen şakrak masaydık.

Yeni insanlar, yeni yüzler, yeni sesler... Herkese tavsiye olunur :)

Monday, September 25, 2006

Oyun...

Sağa ve sola anlamsızca çubuklar çizdik bugün.
Bunları öğrenince okumayı öğreniyormuşuz!
Resim dersi için patateslerimi babam oydu bıçakla.
Senin gibi yapamadı ama olsun.
Saçımı kendi kendime örebiliyorum artık, ne kalınmış saçlarım :)
Okula hazır poşet keklerden götürüyorum, pazar aynı saatte mendillerimi de ütülüyorum merak etme.
Beyaz çorabım delindi geçenlerde bahçede düştüğümde, sen almıştın ya hani, babam aynısını buldu.
***
Doğumgünümde teyzemler pasta yaptırmışlar.
Seninle her çarşıya çıktığımızda benim "sup" yediğim yerdeki gibi değildi ama sevdi arkadaşlarım.
***
Bu jile ne rahatsız bişeymiş, senin çocukluk resimlerinde bir sürü görmüştüm üstünde...
Okulda kızlar kaşlarını inceltip, bacaklarındaki tüyleri alıyorlarmış! Canları yanmıyor mu? Sen de yapar mıydın?
Geçenlerde takı kutunu karıştırdım, o çevirdikçe rengarenk olan küpeleri taktım.
İyi ki küçükken deldirmişsin kulaklarımı. Nasıl ağlamıştım ama :)
Aaaa. Söylemeyi unuttum, saçlarımı kestirdim çok az uçlarından ama hala seninkilerden uzunlar.
Buarada bişey var ama utanıyorum birazcık söylemeye :) Ama sırdaşız ya biz :)
Okulda bir çocuk var, Engin, aynı boydayız, kumral, çalışkanlardan, basketbol takımında.
Hamburger yiyeceğiz cumartesi dersane çıkışında :)
***
Yurttaki dolabımda üst kata senin Karaca triko kazaklarından koydum ki bişey olmasın.
Ananem tüm gerek yok ısrarlarıma karşılık tava lokum koydu yanıma.
Odadaki kızlar fena değil. Biri ben, gördüğü ilk anda "renkli çamaşırların var mı yıkanacak?" diye sordu! Komik oldu :) Biliyor musun, başımı yastığa koyunca Boğaz'ı görüyorum :) Ranzada ikinci kattayım, çatıkatı olduğu için burası kafamı çarpıyorum bazen.
***
Kızlarla Bodrum tatili çok keyifli geçti. Korkma yaramazlık yok, içtiğim birkaç sigara da aramızda sır kalsın. Babama çaktırma :)
Mezuniyette ne giysem acaba? Sensiz işim pek de kolay değil ama bakacağız bir çaresine...
***
İşte diplomalar... Çok mutluyum ya da değilim. Eksik birşeyler, hem de çok, hem de bastırdığımı, alıştığımı sandığımdan da çok...
Yalan söylemeyeceğim sana, neyin eksik olduğunu söylemeye ne çok korkarmışım aslında...
Senin benim yanımda olduğunu bile bile ne çok özlemişim aslında ben seni...
Umrumda olmayan binlerce çift göz içinde, umrumda olanın eksikliği "keşke hiçbiri görmeseydi de asıl o görseydi!" demenin öfkesi. Geçti ama tabi ki sonra... İlacın adı neydi hani beş harfli? "Zaman"...
***
Otuz a beş kala...
Önümde daha ne kadar var kim bilir? Belki sen bilirdin...
Hadi gel tahmin edelim... Sen oradan ben buradan, yazı tura gibi, taş-kağıt-makas gibi...
Seni çok özlemek kağıt olsa ve senin yokluğun da makas peki???

Friday, September 22, 2006

Ananeciiim, Gece Çıkıcam da Geceliğini Alabilir miyim!

Ay ay en bayıldığım şeylerden biri anane kıyafetlerini anne dokunuşu sonrası salım salım giymektir :) Hem kimse de bir eşi daha yoktur hem de dolaylı yoldan yadigarlara saygı görevi görür :P Hemen örnekler ile inceleyelim:

Şimdi hemen üstte görülen iki resme gelirsek; 1.kuşağın çeyiz sandığındaki geceliği, 3.kuşak tarafından bele geçirilen kalın bir kemer ile pantolon üstüne ya da direkt olarak giyilmektedir :) Saf ipek olduğu ve dantel işlemelerinin elde yapıldığı özellikle belirtilir. Yaş: min. 60 sene!

Şimdiki örneğimize gelirsek yine ananeye ait saf ipek ve el işlemeli bir eser! Min. 50 sene :)

Hemen aşağıdaki örnek ise ipeğin kalitesini vurgulamak ya da ben adam gibi kullanayım diye uyarma amaçlı "yüzükten bile geçiyor" girizgahları ile bana teslim edilen şal! Min. 70 sene :)

Burcu hızını alamıyor ve dede çeyizlerine de el atıyor! Aslında anne keşfediyor, Burcu da tadını çıkarıyor :) İşte karşınızda Romanya işi, tamamen el işlemesi bir pijama üstü!!! Kot üstüne halka küpeler ile bohem bir hava veriyor :P Buna da min. 65 sene veriyorum!


Tek kız torun olmanın ne kadar etkisi var acaba bu işte :)

Thursday, September 21, 2006

Şıp şıp şıp...

Sabahları ayılmak için radyoyu açıyorum.
Bugün "yurdumuzun" yağışlı havanın etkisine gireceğini öğreniyorum.
Ne keyifli!!! Zaten aram iyi değil bu sonbahar mevzusu ile!
Neyse ortalık sessiz henüz!
Akşam Müge ve Nesli ile House'da kedilerle haşır neşir (!) pek keyifli zaman geçiriyoruz.
Az önce, huzurlu huzurlu akşam oturması yaptığımız gecenin üstünden henüz bir gün bile geçmeden, başımı dışarı çevirmemle yağmuru görüyorum!
Sanki bütün damlacıklar aşağı düşerken sırıtıyor bana!
Üstüne bir de bam güm şimşek sesleri!
Ve sonuç...
Eve gidip DVD yapmak lazım, puding pişirip evi misler gibi kokulara boğup kızları çağırmak lazım...
Ya daaa....

Monday, September 18, 2006

Ne Alaka Şimdi :)


2003 Temmuz'unun bişey günü. Hatırlayamıyorum tam olarak.
Ofisin içinde tüm şımarıklığımla dolanıyorum başımda kebim, üstüme geçirdiğim mezuniyet cübbem ile.
Ay ay benden keyiflisi yok mest oluyorum... Tüm ilgi üzerimde ya :) ha ha ...
Ofisteki herkesle öpüştükten sonra hoooop Park Orman yani 3. kampüse uçuyorum.
Buarada ofis ofis diyorum çünkü daha kep atmadan çalışmaya başlamışım. Yani "Burcu Ofiste".
Ayağımda simli terlikler, sol göğsüm üstünde bir "Go Girl" yazan iğne, arkadaşlarımla öğrenciliğin resmi anlamdaki son dakikalarını yaşıyoruz.
Evet sıra diploma düzeninde...
Ta taaaaa!!!Bölümümün ve soyadımın başharfleri itibariyle neredeyse sonuncu sıralarda alıcam sanırım diplomayı.
Eyvah! Ne fön kalır ne de sabır :)
Ha ha :) Son dakikada süper haber ve double major lar hooop törende en öne :) 3. sıra benimdir artık.
Velilerin yarı sulu gözlerle alkışlamaları, duygulu ve coşkulu bir müzik, annemlere el sallama çabam vs. merdivenler bitiyor böylece.
Konuşmalar biraz daha uzarsa en arkada kokteyl alanına yakın sırada olanların hepsi sarhoş çıkacak sahneye!
Sahne kenarındayım artık! Vay be :) Seviyorum insanların gözünün üstümde olmasını.
İsmim söyleniyor, mütevelli heyetinin nadide başkanına doğru yürüyorum ve önce sevgiyle sarılıyoruz sonra da en kocamanından fotoğrafçılara gülüyoruz.
Sahneden inerken çok az heyecanlanır gibi oluyorum. Ne de olsa amatör bir artist ruha sahibim henüz...
Sonra yerime geçerken sınıfın çığlıklarını duyuyorum... Amaaaaann ne keyifli bişiy bu mezun olma işi yahu :)
Tören bitiyor. Keplerimizi atıyoruz, hocalarla ve aileyle duygusal anlar vs.
Kokteyl kısmında bir ara sevgili kardeşim Burak ortalardan kayboluyor bir süre!
Geri geldiğinde hafif aksak! Hımmm bu işte bir durum var! Neyse fazla üstüne düşmemeli, tak kardeşi koluna, ver eline kamerayı çek bakalım son posta cümle alemi.
Gece bitiyor, ben balkabağına dönüyorum tabi!
Buarada Burak akıllısında ortadan kaybolduğu sırada içtiği içkilerin etkisi sağa ve solla yaptığı akrobatik hareketlerle iyice gösteriyor kendini!
Ha ha :) Babam arabada söyleniyor Burak'a, e haklı adam korkmuş biraz! Bizimkisinde tık yok!
Annem ne olur olmaz deyip bir poşet tutuşturuyor Burak'ın eline. Ve olmaması ümid edilen oluyor ve Burak kusuyor!
Bomba burada patlıyor esas! Çünkü poşet delik çıkıyor ve Burak'ın icraatı babamın yeni arabasıyla buluşuyor!
Oh al sana evlere şenlik bir durum :)

Diplomaları uzunca bir süre banyoda asılı tutuyorum. Tam lokasyon vermeyeceğim annem kızıyor hala :) Neyse artık düzgünce bir dolapta duruyorlar.
Bir süre sonra bu fotoları keşfediyorum, o gece video kamera ile çekilen. Burak'ın o gece yanımda yürüyen ve saçı bana oldukça benzeyen sınıf arkadaşımı da ben diye çekmeye çalıştığını fark ediyorum!!!
Resimlerde okulun dersleri en yüksek rating alan(neden acaba !!!!) hocasıyla tesadüfen aynı karede olmam ayrı bir konu tabi :)

Nostalji oldu iyi de oldu bana. İşte kardeş faydalarını görmeye başladım galiba.
Onun laptop undan çıktı bu resimler :)
Her geçen sene çok daha az uğradığım okulla ve öğrencilikle ilgili şeylerle biraz daha fazla haşır neşir olsam fena olmazmış sanki :)

Thursday, September 14, 2006

Buaralar...

Buaralar hiçbir şey yapmıyorum!
Aslında çok şey yapıp yaptıklarımdan tatmin olmuyorum!
Biraz fazla çalışıyorum!
Ofisten çıkarken en erken 22:00'yi görüyorum.
Eve gidince hemen uyuyamıyorum!
DVD izlemek istiyorum bu sefer de uyuyakalıyorum!
Yemek yemek istiyorum! Buzdolabının kapağını açıp karar veremiyorum!
Elimde bir bardak süt ile koltuğun köşesine çöküyorum!
Dün gece çok sevdiğim eğri bardağımı kırdım!
Uzun zamandır bardak kırmamıştım, ilginç oldu!
Feci şekilde ihanet edesim var! Kitabıma! Olmuyor olmuyor olmuyor! Okuyamıyorum!
Dolap içindeki profesyonellikten son derece uzak ama teknolojiye fazlasıyla kendini satmış kameram ağlar vaziyette ki ona da ilgi gösteremiyorum istediğim gibi!
Tek değişiklik; objelerle yakın çalışmayı seviyorum buna kesinkez emin oldum!
Yüzlerce muffin pişirmek istiyorum! Üstlerini deli deli süslemek sonra.
Dolapdere'den bir prova mankeni alıp dikiş dikmek istiyorum!
Dikiş bilmiyorum ama olsun! Bulurum bir yolunu :)
Ama sonra diyorum ki "Burcu sen gece kesin korkarsın o mankenden!"
Saçımın rengini değiştirmek istiyorum ama karar veremiyorum!
Balköpüğü mü yoksa çikolata kahvesi mi?
Sonra bu saçma renk isimlerine de sinir oluyorum!

Böyle serbest çağrışım bir durumlar bu ara işte...
Bir de en çok "Psapp" dinliyorum bu aralar... Meraklısına en kolay yoldan www.pandora.com
Tanıdığım biri var ki onunkilere benzemekte... Ya da uyduruyorum...

Friday, September 08, 2006

Tuesday, September 05, 2006

Mola

Yavaşlama kararımı uygulamaya çalışıyorum...
Daha az ses, nispeten biraz daha az hareket, daha az iletişim...
Bu sonbahar meselesine takılabilirim her an!
Henüz bir zararını görmesem de olsun!
Alışkınım o'nu sevmemeye yaz kadar!

Perşembe itibari ile biraz uzaklaşma vakti...
Kocaman olmasa da dinme, düşünme, Burcu ile başbaşa kalma, onunla konuşma, kararları gözden geçirme vakti... Belki de hiçbiri...

Thursday, August 31, 2006

Fotoroman...

Canım sıkkın...
Ve aynı canım yazmak istemedi...
Bu da fotoroman gibi olsun işte!
Hatta üşenmeyip de gördüklerinden hikaye yazanlara ve gerçek olana en çok yaklaşana teşekkür filan ediyim buradan :)
...