Kaç tane 365 oldu şimdi hayatımda?
Kaç tane muffin yedim?
Kaç kez aşık oldum?
Kaç kez ağladım?
Kaç kez gülmekten karnım ağrıdı?
Tabağımda toplam kaç tane pirinç tanesi bıraktım pilav yerken?
Kaç şarkı ezberledim kaçını unuttum?
Kaç sayfa kitap okudum?
Kaç kez sinirlendim?
Kaç kez dindim?
Kaç kez vaz geçtim??????
Kaç kelime yazdım?
Kaç litre cola içtim?
Kaç kez valiz yaptım?
Kaç kez kardeşimle birbirimize girdik?
Kaç kez evi çok özledim?
Kaç kez Sapanca kıyısında derin derin nefes aldım?
Kaç kez delirttim, şaşırttım?
Saçlarım ne kadar uzadı?
Göz açıp kapamak bazen bir salise bazen 365 gün 6 saat kadar bir zaman bunu anladım...
2000 senesine ait ajandamı bulmak büyük keyifti... Nasıl büyümüşüm, büyümüşüz, kimler ne olmuş, nerelere oturtulmuş, nasıl vaz geçilmez olmuş ya da kaybolup gitmiş...
Yine yeni bitanesi geliyor... Hadi bakalım içinde neler saklıyor :)
Saturday, December 31, 2005
Monday, December 12, 2005
Bitti!!!
Wednesday, December 07, 2005
Thursday, December 01, 2005
Benim haftam!!!!!!!
Melloooooo :)
- Sen de mi Siyaset???- Hııııı?
99 Ekim olabilir mi? Ondan emin değilim ama 2005 Aralıkta hala birlikteyiz :) Ay ayy ne çok şifreli kelimeler var di mi Melllll? O şifreler ne çok hatıralar açar şimdi :P Gel şöyle bir göz atalım kısaca:
Ataköy Marina, Altay, Boğaziçi, teknenin merdiveninden uçmaya ne gerek vardı şimdi!!!, cappucino&toblerone, gizli bahçe, mid-term öncesi sabahlamalar, oda önü anlamsız oturuşlar, Baltalimanı, Boston, gece yarısı İzmir sokakları, koltuğumun sol köşesi, TV önündeki en uyumlu partner :P, balzemik sirkeli İtalyan salatası, diet cola, 2 dk. mesafe, çat kapı, Türk kahvesi...

Kahve konusunda ilerledim sanırım ama fallarda sadece tavus kuşu, balık, ejderha, kedi, köpek, bakteri görmeye devam ediyorum :))
Hep 2 dk. yakınlıkta olucaksın biliyorum...
Saturday, November 26, 2005
Kısaca Özetlemeye Devam...
Herşey bir mail ile başladı:"Amsterdam'a gidelim mi?
Executive Annemiz'den miras ismimiz "Girl Power" kendini 5 gun boyunca sehrin herbir köşesinde hissettirdi mi!
Anlatacak çok şey var aslinda. Ama çok kısa anektodlarla:

- "Erhan Abi biraz daha gidersen Adapazarı biliyor musun????"
- "You can see it in my eyes" / pasaport kontrolunde Seda.
- "Ne zaman bulldog'a gitcez?" / Van Gogh da Burcu'nun son dakikalari
- "Bak gel Burcu, burdan sonra Bulldog'a gitcez" / Aynı dakikalarda Burcu'yu avutan Sinem
- "45 dk. arayla yarım yarım yiyin diyo ama boşver hepsini yiyelim biz"!!
- "Ay kızlar kolum tutmuyo"
- "Bunu 3. kez de söylicem" / Buarada Sinem ve Burcu tabi ki de kopmuş 50 kez!
- "Ne!!! ayakkabıları aşağıda mı bırakıcaz!!!!"
- 80 Euro'luk sac teli / supper 1. course :)
- Disco Lady and Sunny :)
- Executive Lounge 'ı kim unutabilir ki? Ya da onlar bizi unutabilir mi acaba :P
- Brazil or Spain?
- "Next Time!!!!!!!!!!!!" / yüzsüzlüğün tanımının tekrar yapıldığı andır!!!
- Bu lale soğanlarının boyutu nedir pardon böyle!!!
-"What is the difference between muffin and brownie?????" Çiğne de ye çiğne de bonbonu, bişey anlamazsin sonra!!!! Gördük sonra çiğnemeyi ama dimi "Suçlu Team" !!!
- Nereye birikerek foto cektirdigimizi yazmayi cok isterdim ama resmini koymakla yetinsem iyi olcak galiba!!!
- "That flight has been delayed to 22:30" doyyyynkkk!!!!!!
- Suçlu yürüyüşü, ring saçlar, bekle bekle gelmeyen taxi!!!
- tabiki de Haagen Dazs!!!
- Our pilots Taganaka & Popescu
- Erhan Abi, biz geldik seni de rahatsız ettik bu saatte teşekkür ederiz!!!! Ama bak gördün gidebildik yani :P
Thursday, November 10, 2005
Neler oldu neler???
Monday, October 24, 2005
do not disturb for a while !!!!
Süper güzel bir gök yüzü vardı akşam 18:00 civarı...
Ama beynim böyle düşünmeye daha çok zorladı desem...
Mel geldi, Türk kahvesine merhaba tekrar...
Annemin un helvası aklımda...
Bir de o kavrulmuş fındıklar...
Çok özlediğim birşeyler var...
Çocukluktan, şimdiden, uzaklardan ya da yakınlardan...
Biraz sakinleşsek mi????????????
Ama beynim böyle düşünmeye daha çok zorladı desem...
Mel geldi, Türk kahvesine merhaba tekrar...
Annemin un helvası aklımda...
Bir de o kavrulmuş fındıklar...
Çok özlediğim birşeyler var...
Çocukluktan, şimdiden, uzaklardan ya da yakınlardan...
Biraz sakinleşsek mi????????????
Thursday, October 13, 2005
Çinli kuş gribi oluyorum!!!

Hissediyorum...
Ağır ağır ilerliyor vücudumda...
Yavaş yavaş üşümeye başlıyorum...
Başımın içinde tam alnımın arka tarafında bir ağrı bulutu
ve yüzümü kaplamaya başlayan maske hissi...
Bademcikler "Biz de buradayız" demeye başladı..
Geceden buyana tam 5 kez hapşırdım!
Gözlerim küçülüyor...
Sesimde buğulu bir ton!
Hapı kaç saatte bir içmem gerektiğini unuttum!
Annem de yok burada, iş başa düştü yani!
Ne yapılıyor? Acı çekiliyor! Meyve yenmiyor, hap saatleri aksatılıyor...
İğne mi? Asla!!!

Peki bu grip Çinli bir kuşun hapşırmasıyla bana bulaşmışsa!!!!
Friday, October 07, 2005
On Beş Tatilde...
Sadece "on beş tatilde" Uganda'ya gidiyorum...
Kimse olmasına gerek yok...
Meltem orada artık çünkü...
Bir müddet altın kaplamalı şampanya bardaklarında cola içmeye son!
Sonra tulum peynirli ıspanak salatası da yok bir süre...
Karlı İstanbul gecelerinde dört çekerle kendimizi aldırtmak da yok...
Nupera bir süreliğine en keyifli ikilisini kaybetmiş durumda...
Martini Saka desem kim anlayıp gülücek şimdi!
Neyse yakınmış!
Buradan dümdüz aşağıya yürüyünce Uganda!
Aramızda saat farkı bile yokmuş :)
Cümle bitirmeyi sevmiyorum, çünkü gerek yok...
Kimse olmasına gerek yok...
Meltem orada artık çünkü...
Bir müddet altın kaplamalı şampanya bardaklarında cola içmeye son!
Sonra tulum peynirli ıspanak salatası da yok bir süre...
Karlı İstanbul gecelerinde dört çekerle kendimizi aldırtmak da yok...
Nupera bir süreliğine en keyifli ikilisini kaybetmiş durumda...
Martini Saka desem kim anlayıp gülücek şimdi!
Neyse yakınmış!
Buradan dümdüz aşağıya yürüyünce Uganda!
Aramızda saat farkı bile yokmuş :)
Cümle bitirmeyi sevmiyorum, çünkü gerek yok...
Wednesday, September 28, 2005
WOK'ta Parti :p
Gerçekten çok kolay oldu!Mutfak tezgahına baktığımda karşımda sadece:
- 1 adet kabak
- 2 adet havuç
- 1 adet patlıcan duruyordu
Çabuk ölsün diye önce incecik dilimlenmiş havuçlar hafif kızgın zeytinyağı ile buluştu. Ardından küp küp kesilmiş patlıcanlar da dayanamdı wok'a atladı. Bir tutam tuzdan sonra 1 yemek kaşığı kadar sarımsak sosu ile wok içinde tur atmaya devam ettiler (sarımsak ve ellerde bıraktığı acı dolu kokulu
anılardan hoşlanmayanlara duyrulur :) Masum ve uslu kabaklar da yine küp gibi kesilip partiye katıldılar ve biraz soya sosu ile wok içindeki parti sona erdi. 
1 adet taze yufkanın 1/3'i kadar bir parça derince bir kase içinde pusuya yattı. Dolu dolu kaşıklarla kendisine doğru boşaltılan sebze karışımına hiç hayır demedi. Sonra bohça gibi ağzı kapatıldı ve yine uzunca bir yufka parçasının yardımıyla ağzı çevrelendi.
Zeytinyağı ile hafifçe yağlanan tepsi, 230 derecede kızdırılmış fırına, ızgara kısmını da yaşamak kaydıyla şöyle bir girdi çıktı. Yufkalar bir utandı, kızardı ama güzel oldu.
Sonuç: Roka salatası ile keyifle yenildi. Kendime 5 üzerinden 4 puan verdim ( 1 puan salatama çok uğraşmadığım için!)
Tuesday, September 27, 2005
Muzungu oldum mu ben şimdi???

Masa takvimime bir göz atıyorum. Her kare icinde birseyler yazıyor.
Bir kelime ile "şifrelenen" binlerce kelimeyle özetlenecek programlar.
Meliscim mercimekli roka salatamın tadına baktı sonunda! Türk kahvesi yapamadık bu sefer ama burası Boston değil artık, kahve içip Jazz Love dinlemek çok daha kolay :)
Peki cuma oldu ne oldu? Yumulta'ya "bye bye" partisi oldu. Meltem ver elini Uganda diyor. Uganda'da "gorilla safari" yapmak isteyenler alın size bir tanıdık işte! Merak etme Yumultam "Gorillas in the Mist" i daha çok insana izletme görevi buralarda bende artık :) "Kumari Devi" ve bendeniz CC Burcu, anlaşmış gibi beyaz giymişiz. Tekneden az önce inip karaya ayağımızı basmış gibi. Tünel'e uzun zamandır gitmiyordum, nasıl canlanmış!!! Cam kenarından süzülüp, yapılı saçları ve rujlu dudaklarıyla kendisini göstermek istediği gençlerin yolunu işve ve cilveyle gözleyen bir kız gibi...
Carnival'in sokağına girer girmez elim fotoğraf makinama gitmişti bile, mekanın içinde duvarda asılı olan kocaman fotoğraflara bayıldım.Sonra bir bir kızlar, benim de davetlim olan canımcım Sedacım, Lalecüüüüm ve Dinçercim
geldiler. Gecenin en güzel sürprizlerinden birisi Seda'nın şerefime patlattığı 3 tüp Çokokrem oldu!!! Gecenin ilerleyen dakikalarında arada bir sokakta dans edip içeri kaçmalar sırasında, menünün yazılı olduğu siyah kocaman tahtayı gözüme kestirmiştim bile :) Bütün gece bana "pembe pipetli" içecekler taşıyan garson çocuk da el mahkum silmek durumunda kaldı tahtayı ve pembe tebeşirle tahtayı
buluşturdum
sonunda. Bir sürü bir sürü fotoğraf çekildi, gece
biterken ben Meltemle "sirtaki" yapıyordum!!! Şaşırma, çünkü bizim hayatımızın bir parçası artık :) Tünel'den Bebek'e doğru bir uzanış ve sabahı kucaklayış...Cumartesi oldu iyi oldu da Cumanın yorgunluğu Cuma da kalsaydı biraz :(Ama güneş güzeldi, biraz serindi ama güzeldi. Yıllar sonra bir kumbaram oldu, hem de "bikini giymiş bir inek"!!! Buradan duyurulur, evime gelen herkes ineğime yeni bikini almak için yardımda bulunmalı :p Cumartesi Sedacımın yemek daveti, Kız Kulesi, Boğaz Köprüsü, Öküz Gözü, 8 Kaşık Nutella, kocaman konuşmalar ve Koridor'da tesadüfi buluşmalar... Bir de birisi koridorun kuyumcu ya da narkoz masası misali aydınlığına bir çare bulabilir mi acaba?
Pazar 9:20 de uyanış ve 2dk. içinde ılık duşun altında 2. uykuya geçmek üzereyken en soğuk ve şiddetli ayarda açılan duş başlığı ile haykırış!! Kahvaltı öncesi tek küp şekerli Türk kahvesi ve Emek'te kahvaltı. Sinem motor sınavından geçti, sıra Seda da, önümüzdeki yaz ben de kelebekli pembe ya da uçuk mavi metalik motorumla aralarında pır pır gitme amacındayım. Sonra sahilde yürüyüş, fotoğraf çekiş, insanları izleyiş. Seda'ın içindeki alışveriş canavarını öldürüş, ofise uğrayıp keyifle birkaç saat keyifle iş yapış, akşam da 3 posta ağlamalı Hotel Rwanda izleyiş.Pazartesi sendromuna girmediysem bu hafta, şu anlattıklarımdan olabilir mi acaba?? :)
Friday, September 23, 2005
Başardık sonunda!
Bundan önce başımıza gelmeyen:
İyi bir filmi denk getirmeyi...
Filo da dahil bir araya gelmeyi...
Yemek sonrası uyduruk "fortune"lu birer Baci yemeyi...
Filmde hiç uyumamayı (Nezley bile!!!)...
Sıkılmamayı...
başardık :)
Peki yine ve yine yaptıklarımız ve eğlendiklerimiz:
Num Num garsonlarıyla soğuk savaşa girmeyi!
Menünün içinde kaybolmayı...
Açlıktan ölmek üzereyken yemeklerimizi yiyebilmeyi...
Sinema saatinden tam olarak bilet kuyruğu önünde haberdar olabilmeyi...
Film esnasinda sesli yorumlarımızla çok gülmeyi...
başardık da başardık :)) Bir G-mall deneyimi daha çooook keyifli geçti :)
İyi bir filmi denk getirmeyi...
Filo da dahil bir araya gelmeyi...
Yemek sonrası uyduruk "fortune"lu birer Baci yemeyi...
Filmde hiç uyumamayı (Nezley bile!!!)...
Sıkılmamayı...
başardık :)
Peki yine ve yine yaptıklarımız ve eğlendiklerimiz:
Num Num garsonlarıyla soğuk savaşa girmeyi!
Menünün içinde kaybolmayı...
Açlıktan ölmek üzereyken yemeklerimizi yiyebilmeyi...
Sinema saatinden tam olarak bilet kuyruğu önünde haberdar olabilmeyi...
Film esnasinda sesli yorumlarımızla çok gülmeyi...
başardık da başardık :)) Bir G-mall deneyimi daha çooook keyifli geçti :)
Monday, September 19, 2005
"Ring"e Erken Çıkış???
Ahmet Altan fanatiği değilim, çıkan her yazısını mutlaka okuyanlardan da... Ama bir yazısı var ki benim bile bazen üzerini sıkıca örttüğümü düşündüğüm biryerlere gidip dokunuveriyor... Defalarca okudum, hem kendime hem de anlayacağını düşündüğüm kişilere...Ne diyordu Müge orada hatırlıyor musun? Açılan yaranın kanamasını durdurmak için tam üstüne bir darbe daha! İşe yarıyor belki! Ya da en büyük darbeyi vurabilmek için "geri çekilmek". Bilmiyorum???
Isınma hareketlerindeyim yine şuanda, bir önceki maçın tüm ağırlığına ve uzunluğuna rağmen ama önümde bir ring var mı yok mu henüz bilemiyorum! Arada derede şeylere dayanamıyorum. Ya sıcak ya soğuk, ya yaz ya kış; ne ılık ne de sonbahar! Geçiş dönemi insanı olmadığımı birkez daha anladım, ne kendi geçiş dönemimin ne de başkalarının... Bazı şeyler dışarıdan ne kadar hızlı, ne kadar çabuk tüketiliyor gözüküyor! Rakibini tanımadan bunu nereden bilebilirsin ki..?
Dövüş olacak mı olmayacak mı hissedemiyorum! Belki yavaş yavaş bir süreliğine ringin kenarına geçme ve dinlenme vakti... Bu yazının tadı da "gri", rengin tadı olur mu diyenleri de istemiyorum...
Monday, September 12, 2005
Gözlerimi açmakla kapamak arasında...
Gece saat 03:30... İçgüdüsel bir hareketle buzdolabı açılıyor ve içindeki fıstıklı çikolata afiyetle yeniyor. Sabah alarm ile verilen ve galibin aslında başından beri belli olduğu mücadele sonucunda uyanılıyor ve elbiseler önündeki minimum 10 dk.lık bekleyiş... Sonra bir koca yudum diet cola ile biraz daha kendine geliş..Hımm... Bugün Kara Fırın neden bu kadar boş, yoksa kaşarlı poğaçanın çıkış saatini benden başka birileri daha mı öğrenmiş? Uzun saçlı, kocaman siyah gözlüklü ve hiç çaktırmasa da boyu kadar bir kızı olan kadının çantası ne alakasız bugün! Tam köşeyi dönünce yine o eski ünlülerden olan amca. Ünlü ama ismini bilmiyorum ve o da her seferinde "sen beni tanıyorsun aslında" diyen gözlerle bakıyor, ama tanımıyorum işteeee!!! Saat 08:40 ve gayet ağdalı bir şekilde elinde cep telefonu yürüyor yaylı yaylı...
Ta taaa... İşte jilet gibi kıyafetleriyle köpekli amca! İsmini söylemişti ama hatırlamıyorum. Köpeği de çok çirkin aslında ama üzülmesin diye başını okşuyorum her seferinde. Bu sefer çok uzun tutmaz umarım, sonuncusunda kırmızı şarap ve akşamları salata yemenin faydalarından bahsetmişti yaklaşık 10 dk.!
İşte "U"! Benim için bu! Ağaçlar beni seviyor :)Sonra bir de her sabah bana ilk "günaydın" diyen şahsiyet: "Kedi". CRR'nin kedisi o, kızmı erkek mi bilmiyorum, ama her sabah mutlaka selam veriyor bana. Soğuk havalarda binaya yansıtılan güçlü spot ışıklarının karşısında ısıtıyor kendini. Yani hem keyfine düşkün hem de sanata. Benden çok konser ve oyuna tanık olduğunu biliyorum.

Sonra sonra bir de gökyüzü. Buaralar keyfimi kaçırmıyor. Ama Eylül'ün ilk hafta sonu bir kasvet, bir dehşet, bir saldırganlık ile gelmedi mi?? Bir kendini bilmezlik durumu!! "Yaz"ın da bu kadar kolay mağlup olmasını aklım almıyor!!! Ama
yine de bu gökyüzü komik şey!Birsürü işe yarıyor:
İ
çinde kar yapıyor, gökkuşağı saklıyor bir de dibine hazine gömüyor, sonra bulutlardan şekiller yapıp önümüze koyuyor, pembesi, moru, kırmızısı, mavisi var, git git, içinde uç uç bitmiyor, fotoğraf çekerken resmen poz veriyor... Kocamaaaaannnn bir minderin içindeyim ama resmen içinde, o kadar kocaman ve yumuşak ki saklıyor resmen beni... ayağıma dokunan şey de çimenler... kavunlu frozen ve "it's a beatiful day". Bense "Wallpaper" içinde "Dünyanın mutlaka görülmesi gereken şehirleri" sayfaları arasında bir yerde kaybolmuşum... Hangi sayfa olduğunun ne önemi var ki..?
Saturday, September 03, 2005
Hayatla İnatlaşmalar :)
Zaman zaman hayatla yaptığım inatlaşmalar, uyulması tavsiye edilen düzenin dışına çıkma eğilimleri, bir "dağ dağa küsmüş dağın haberi olmamış" durumları, sonrasında yine kendi kendime bunları çocukça ya da eğlenceli bulma seansları :) Meselaaaaaaaaaaaa :
- Üniversitede bitirme tezi dahil tüm ödevlerin konu belli olduğu andan itibaren hazırlığına başlama kuralını kim koymuştur? Buna gerçekten gerek var mıdır?
Tabi ki de yoktur! Ödevi vermeden önceki son gece vücutta yükselen adrenalin, kola kahve karışımlarını yarattığı kalp çarpıntısı, rengarenk bir yığın şeklinde biriken çikolata ambalajlarının büyüleyici görüntüsü ve %800 performansla çalışan beyin hücreleri arasında sonuca ulaşmak ve üstüne bir de en kremalısından en yüksek notu almak hatta daha da ukala bir şekilde en yüksek notun alınacağını zaten başından beri biliyor olmak... Pardon bu kural ve kaideler kitabında hangi sayfada yazıyordu? Ben zaten kitabı bilmiyorum bilenler bu maddenin üzerini çizebilir hemen.
- Yemekten tatlı en son yenir! Kahvaltıda mutlaka çay içilir, balık ile yoğurt yenmez...
Niyemiş canım?? Tatlının yarısının yarattığı dinginlik ve yemek sonunda yine o eşsiz lezzet ile buluşacağının düşüncesiyle yemek yemek. Denemelisiniz. Çay: ne gereksiz, nasıl bir el alışkanlığı, nasıl bir seremoni! Kahvaltıda en keyiflisi "su"dur. Ayrıca yoğurt balığa en çok yakışan "beyaz"dır. Bilmem ki acaba rakı içemediğim için mi bu düşünce?? Ama olsun yine de öyledir işte. - -
- Yağmur romantizmdir, sakinliktir. İlkbahar ve sonbahar aman aman ne güzeldir!!!
Şiddetle karşı çıkılır! Yağmur mahkumiyettir, olduğun yere tıkılıp kalmaktır. Sadece buna ihtiyaç duyan bitki ve hayvancıklar için keyiflidir. Ok. barajlar dolsun, yağmur ormanları daha da cangıldasın ama bu olayın fazlası zarardır! Tozları yere yapıştırmaya ve ardından güneş olsun olmasın gökkuşağı çıkarmaya söz verirse barış anlaşması imzalanabilir. İlkbahar ve sonbahar ara mevsimlerdir. Arada derede birşeyler yaşamak keyifli değildir. Cangul cungul güneş ya da kıtır kıtır kar ne güzeldir :)
- Tırnak yemek zararlıdır!
Hayır.. Hatta mümkünse hayatının bir döneminde her çocuk tırnak y
emelidir ki büyüyünce değerini bilsin! Tabi kazık kadar adam olup parmak ucu dudakların arasında akrobatik hareketler yapmak görünüş olarak biraz garip olmaktadır.

- Sokak lezzetleri çocuklardan "toksik atık"mış gibi kaçırılmalıdır!
No no no!!! İlkokul 5.sınıfa kadar okulun önündeki bakkaldan dahi birşey almasına izin verilmeyen (aynısı markette olan markalar da dahil) ağaçlara tırmanması hoş karşılanmayan, leblebi tozunu içindeki tırnak hikayeleri ile büyümüş biri olarak bırakın çocuklar "ballı baba" nin dibindeki şekerli sıvıyı "hüpp" diye çeksin, yonca köklerini çiğneyip yüzünü ekşileştirsin, incir sütünden parmakları yapış yapış olsun :) Ama leblebi tozu yerken yine de içine göz atmasında fayda olabilir!
- Civa tehlikelidir!!!!
Hiçte bile!!! Civa dünyanın en keyifli sıvı&metal "bişeyi"dir!! Ve oynaması da acayip keyiflidir. Tarife gelirsek: Bakkaldan (her bakkalda olmaz) alınan 0.5 uç kutusu içindeki civa okul sırasının üzerine dökülür, ama önceden masanın üzerindeki silgi pislikleri yanaklar balon gibi yapılarak olanca güçle üflenmelidir. Masada kıvrak hareketler yapmaya meyilli civanın üzerine parmakla vurulur ve civanın 18 milyon parçaya ayrılması zevkle izlenir. Sonra sekiz kurdeleli kafa ya da yakaları boyunlarından sarkan 3 şortlu tarafından ayrılan parçaların tekrar biraraya getirilmesine çalışılmalıdır. Bir çocuk bunu mutlaka görmelidir. Bu geleceğin bilim adamı olmak için güzel bir başlangıçtır.
Ay ayyy sıkıldım yazmaktan, muhtemelen siz de okumaktan... O zaman şimdilik bunu burada bırakalım... Bir sonuç cümlesi aramayın cümlede çünkü yok!!! Kim demiş olmak zorunda diye??????????
- Üniversitede bitirme tezi dahil tüm ödevlerin konu belli olduğu andan itibaren hazırlığına başlama kuralını kim koymuştur? Buna gerçekten gerek var mıdır?Tabi ki de yoktur! Ödevi vermeden önceki son gece vücutta yükselen adrenalin, kola kahve karışımlarını yarattığı kalp çarpıntısı, rengarenk bir yığın şeklinde biriken çikolata ambalajlarının büyüleyici görüntüsü ve %800 performansla çalışan beyin hücreleri arasında sonuca ulaşmak ve üstüne bir de en kremalısından en yüksek notu almak hatta daha da ukala bir şekilde en yüksek notun alınacağını zaten başından beri biliyor olmak... Pardon bu kural ve kaideler kitabında hangi sayfada yazıyordu? Ben zaten kitabı bilmiyorum bilenler bu maddenin üzerini çizebilir hemen.
- Yemekten tatlı en son yenir! Kahvaltıda mutlaka çay içilir, balık ile yoğurt yenmez...
Niyemiş canım?? Tatlının yarısının yarattığı dinginlik ve yemek sonunda yine o eşsiz lezzet ile buluşacağının düşüncesiyle yemek yemek. Denemelisiniz. Çay: ne gereksiz, nasıl bir el alışkanlığı, nasıl bir seremoni! Kahvaltıda en keyiflisi "su"dur. Ayrıca yoğurt balığa en çok yakışan "beyaz"dır. Bilmem ki acaba rakı içemediğim için mi bu düşünce?? Ama olsun yine de öyledir işte. - -- Yağmur romantizmdir, sakinliktir. İlkbahar ve sonbahar aman aman ne güzeldir!!!

Şiddetle karşı çıkılır! Yağmur mahkumiyettir, olduğun yere tıkılıp kalmaktır. Sadece buna ihtiyaç duyan bitki ve hayvancıklar için keyiflidir. Ok. barajlar dolsun, yağmur ormanları daha da cangıldasın ama bu olayın fazlası zarardır! Tozları yere yapıştırmaya ve ardından güneş olsun olmasın gökkuşağı çıkarmaya söz verirse barış anlaşması imzalanabilir. İlkbahar ve sonbahar ara mevsimlerdir. Arada derede birşeyler yaşamak keyifli değildir. Cangul cungul güneş ya da kıtır kıtır kar ne güzeldir :)
- Tırnak yemek zararlıdır!
Hayır.. Hatta mümkünse hayatının bir döneminde her çocuk tırnak y
emelidir ki büyüyünce değerini bilsin! Tabi kazık kadar adam olup parmak ucu dudakların arasında akrobatik hareketler yapmak görünüş olarak biraz garip olmaktadır.
- Sokak lezzetleri çocuklardan "toksik atık"mış gibi kaçırılmalıdır!
No no no!!! İlkokul 5.sınıfa kadar okulun önündeki bakkaldan dahi birşey almasına izin verilmeyen (aynısı markette olan markalar da dahil) ağaçlara tırmanması hoş karşılanmayan, leblebi tozunu içindeki tırnak hikayeleri ile büyümüş biri olarak bırakın çocuklar "ballı baba" nin dibindeki şekerli sıvıyı "hüpp" diye çeksin, yonca köklerini çiğneyip yüzünü ekşileştirsin, incir sütünden parmakları yapış yapış olsun :) Ama leblebi tozu yerken yine de içine göz atmasında fayda olabilir!
- Civa tehlikelidir!!!!Hiçte bile!!! Civa dünyanın en keyifli sıvı&metal "bişeyi"dir!! Ve oynaması da acayip keyiflidir. Tarife gelirsek: Bakkaldan (her bakkalda olmaz) alınan 0.5 uç kutusu içindeki civa okul sırasının üzerine dökülür, ama önceden masanın üzerindeki silgi pislikleri yanaklar balon gibi yapılarak olanca güçle üflenmelidir. Masada kıvrak hareketler yapmaya meyilli civanın üzerine parmakla vurulur ve civanın 18 milyon parçaya ayrılması zevkle izlenir. Sonra sekiz kurdeleli kafa ya da yakaları boyunlarından sarkan 3 şortlu tarafından ayrılan parçaların tekrar biraraya getirilmesine çalışılmalıdır. Bir çocuk bunu mutlaka görmelidir. Bu geleceğin bilim adamı olmak için güzel bir başlangıçtır.
Ay ayyy sıkıldım yazmaktan, muhtemelen siz de okumaktan... O zaman şimdilik bunu burada bırakalım... Bir sonuç cümlesi aramayın cümlede çünkü yok!!! Kim demiş olmak zorunda diye??????????
Monday, August 29, 2005
Yansımalarla yakın münasebet...

"Küçükken..." diye başlayan cümleler kurmaktan inanılmaz keyif alıyorum. Tahminen anlatılacak şeyler yalın, şimdi bakıldığında çok matrak, plandan&stratejiden uzak huzurlu şeyler olduğu için. Mesela o dönemde sorun olarak görülebilecek şeylerden birkaç örnek; ateşböceklerini toplayıp şeffaf naylon poşetlere doldurup el feneri yapma çalışmaları sırasında elin kırık kola şişesi parçası tarafından kesilmesi, ilk süt dişinin hiç hazırlıklı olmadığım bir anda yeni pişmiş kekin kendine yakıştırmayıp kalıpta bırakmaya karar verdiği sert köşesi kemirilirken düşmesi, karla kaplanan yollara basıp ilk çizme izini bırakılamaması... Şimdikilerle kıyaslanınca hala ne kadar keyifli gözüküyorlar...
Çocukluğun belirli dönemlerinde takıldığım belirli alışkanlık ve hareketler olmuştu. Özellikle evde yalnız geçirdiğim vakitler arttıkça yeni alışkanlıklar edinir olmuştum: Annemin kremlerini kardeşimin popo pudralarıyla karıştırıp yeni kremler icat etmek ve bunu okula götürüp öğretmen dahil herkese sürmek, "Kara Şimşek" in oynadığı dönemlerde (anaokul dönemlerim oluyor yani) tüm resimlerimde ilgili ilgisiz "Michael Knight" çizmek (yalnız burada durumun farkındayım ki adamı fena şekilde babamla özdeşleştiriyorum :), babama babasından yadigar not defterinin her sayfasına kırmızı ve lacivert elbiseli sünnet çocuğu resimleri çizmek ve aynanın karşısına geçip konuşmak... Özellikle bu sonuncusu kendi varoluşumla ilgili çocuk aklımla yaptığım ilk sorgulamalardı zannedersem... mekan annemin makyaj masası, dirseklerim arkası dantelle kaplı saç fırçalarının arasında aynaya bakıyorum ve aklımda kalan en belirgin soru "bu gerçekten ben miyim?" ve ardından çok da hatırlayamadığım ama en az 10-15 dk. mı alan bir süreç...
Şimdi de aynalar, aslında daha çok yansımlarla olan ilişkimi boyutlandırmak alışkanlıklarım arasında... Tabi artık gördüğüm kişinin "ben" olduğumun çok farkındayım ve aklıma takılan sorular da çok daha farklı....
Özetle...



"Till there was you" eşliğinde blog yazmanın keyfi diye başlayıp resimlerin insert edildiği anda yani finale 1, post etmeye 1,5 dk. kala sayfanın error vermesi ve bu yazdıklarımızın bir draft ının olmaması... Dayanılmaz bir mutluluk ve baş edilmesi zor bir duygu!!!
Neyse. Cmt. günü bir çekildek uykusunun en güzel yerinde nasıl uyandırılır ve keyifli bir kahvaltıya davet edilir bunu yaşadık önce. Sonra Çekildek yani sevgili Songülcüm kendi biberi, kendi köy peyniri ve Marmaris balı (ama o muhteşem bal benim içindi zaten :) ile iştirak ettiler! Gün içinde halledilen işler sonrasında kendi nohutlu pilavımız yani masumca rejim bozma konusunda baştan çıkarıcı mis kokulu bir tencere ile akşam yemeği için tekrar buluşmamız... Yemekte Burak'ın doğum anıları ve mikrodalga fırın etkisiyle hayata gözlerini nasıl açtığı :) Solaryumlu bebek!!!
Pazar günü kahvaltı için yeni denemelerimi canım kardeşim Burak'ın sesini çıkarmadan tatması ve ardından Nişantaşın'da yapılan gülmeli, Starbucks'a uğramalı, poz vermeli bir gezinti... Ve zaman zaman durup onun ne kadar büyüdüğünü fark edip çok mutlu olmak ve onu bir kez daha çok sevmek, bunun şerefine birlikte coconut lı bir frapuccino devirmek...
Ardından Melissssssss ile house cafe de buluşmak ve yarım saat boyunca "taze" ve "sade" somonun yarattığı karışıklık yüzünden kendimi foto çalışmalarıma vermek ve "clashooting" kavramını yarattığıma inanmak... Zıtlıkları aynı kareye sığdırmak ve özellikle yemek fotoğrafı çekmekten çok çok keyif duymak...
Eve dönünce adetten Türk kahvesi seremonisi eşliğinde Jazz Love dinlemek! Gece kahve etkisiyle Shrek 2 nin uyumaya yetmemesi ve bir türlü gözüme girmeyen uykunun yatak odasında biryerlerde aranması sonunda saat 03:30 itibariyle Condé Nast sayfaları arasında bulunması... Sabah 3 aşamalı uyanma egzersizi ve yarınki tatilin çevredeki hissedilir etkisi...
Yarın bir sürü güneş istiyorum, bir de mavi bulutlar... sonra yanaklarımın pespembe olmasını, hatta acımalarına bile razıyım :)
Haftanın sonuydu yine!!
Ne tesadüf ki yine hafta sonu olmuştu! Nasıl geldi geçti bilinmez ama dolu dolu ve keyifli.
-Duygu'nun yemek tariflerini takip etmek ve yorum yazmak + yazdırılması Nezley ile "siyah inci" kardeşliği hatta Emre ile yaratılan üçüzlük durumu, fırında sosisli patates ve kızarmış kaşar ile kurduğum yakın ilişki, Seda ve Lale ile salı gecesi Reina da Ferhat Göçer, "Martı" nın 1 saat içinde okunup bitirilmesi ve neden dünyanın en iyi 2. felsefe kitabı olarak seçildiği konusunda dalınan derin düşünceler, 1 lt. ayran ve N.taşındaki simitçimizden alınan simitin keyifle yenmesi, Müge ile Bodrum-İst. bağlantısını kurulması, ısrarla yanmadığı için şiddetle havuç kreminin önerilmesi, kardeşimin ziyaretiyle duyulan heyecan ve bunun bir ilk olması!!! online dersleri tamamlama konusunda alınan uyarı sonrasında gösterilen müthiş performans...
Kısacası bir hafta sonu daha böyle kucağını açtı ve ben de cumburlop atlayıverdim karşı koymaksızın...
-Duygu'nun yemek tariflerini takip etmek ve yorum yazmak + yazdırılması Nezley ile "siyah inci" kardeşliği hatta Emre ile yaratılan üçüzlük durumu, fırında sosisli patates ve kızarmış kaşar ile kurduğum yakın ilişki, Seda ve Lale ile salı gecesi Reina da Ferhat Göçer, "Martı" nın 1 saat içinde okunup bitirilmesi ve neden dünyanın en iyi 2. felsefe kitabı olarak seçildiği konusunda dalınan derin düşünceler, 1 lt. ayran ve N.taşındaki simitçimizden alınan simitin keyifle yenmesi, Müge ile Bodrum-İst. bağlantısını kurulması, ısrarla yanmadığı için şiddetle havuç kreminin önerilmesi, kardeşimin ziyaretiyle duyulan heyecan ve bunun bir ilk olması!!! online dersleri tamamlama konusunda alınan uyarı sonrasında gösterilen müthiş performans...
Kısacası bir hafta sonu daha böyle kucağını açtı ve ben de cumburlop atlayıverdim karşı koymaksızın...
Thursday, August 18, 2005
Yine Hafta Sonu!!!



Yine geliyor haftasonu! Küçükken ne kolaydı bu işler yahu! Azmedip cuma günü ödevlerini bitirenler pamuk helva kıvamında bir hafiflik ile uyanırdı cumartesi sabahına. Bitirmeyenler de uyanırdı ama birşekilde sokaktaki oyunun ya da TV deki çizgi filmin en tatlı yerinde havuz problemleri ya da ünite dergilerindeki anlamsız soru-cevap sayfaları gelirdi akla. Sonra Miki Mouse çizgi filmleri. Araya kahvaltı girerdi. Sonra gazete okunurdu, tabi şimdiki gibi değil, özellikle karikatür sayfaları. Okuma bilinmeyen dönemde anne-babanın kucağına oturulur onlara okutturulurdu bu oku oku bitmeyen karikatürler :)
Sonra olurdu öğle vakti. Hava sıcaksa evde oturulur "Kara Şimşek" beklenir ya da anneyle çarşıya çıkılır. Dönünce bir saat kadar öğle uykusu. Kapıyı çalıp "Burcu sokağa çıkçak mı?" diye soran 130cm. civarı şortlu veletler çoğaldıkça uykudan keyifle uyanılırdı. Sonra sokağa çıkılır, sanki o gün hayatımızın son günüymüşcesine bilinen tüm oyunlar oynanırdı. Arada bir eve gidip su içme, atıştırma seansları. En keyiflisi ise evde misafir varsa o anda mutfaktaki ıslak kekten ağzı balon gibi şişiren kocaman bir parça ile ayrılmaktı.
Akşam yemek saatine doğru ev halkının karşısına temiz çıkmak için duşa ayrılan vakitler ve özellikle yaz ise yemek sonrası tekrar sokak. Anne-babayı kızdırmaya ramak kala eve dönüş :) Gece tatlı bir yorgunluk ile dalınan uyku sırasında dev bardakla karşınızda beliren süt ve hastaysan şayet sütün içindeki balın kokusu...
Pazar sabahı, çocuklar için jimnastik, yine çizgi film seyri ve sonrasında işitme engelliler için haber bülteni ve Hikmet Şimşek yönetiminde klasik müzik konserleri... Bir sebep yaratarak mutlaka ailece yapılan programlar. Eve dönüşte yine banyo, bu sefer sebep sevimsiz okul için aklanıp paklanmalar ve tam Alf başlarken annemin tırnaklarımı kesmek istediği o stres dolu saatler!!! Stres dolu çünkü tırnakların yendiği utanç yılları! Akşamında mutlaka "balık". Nedendir bilinmez pazar günü mutlaka balık yenmeliydi sanki ve her yiyişte süt dişlerinin çürüklerle verdiği mücadelede yenik çıkmasıyla ağlanmalıydı!!! Evet balık yemek benim için ağlamaktı!!! Sonra "Bizimkiler" izlenir... Ve sevimsiz pazartesiye doğru uykuya yatılır...
Peki büyüyünce herşeyin bu kadar komplike yaşanmaya başlaması zorunluluk mudur? Hafta sonları neden bu kadar avare geçirilememektedir??? Alf nerededir, Ivy'nin babası uzaydan dönmüş müdür?... Nerede cevaplarım???
Evet bu hafta sonu daha basit ama bir o kadar daha eğlenceli geçirilmelidir :)
Wednesday, August 17, 2005
Çikolata Fabrikası'na Uğrayıp Çıkıyoruz!


Okulun en güzel yanı neydi? "Haydi çimlerde oturalım" dendiği zaman bunu düşünmek ve eyleme geçmek arasında geçen süre Motta dan krokanlı karamel parçacıklı pasta almak da dahil 5 dakika sürüyordu galiba. Tamam artık otlarla, bunaldığımız anlarda kendimizi gelişi güzel güneşe atmakla işimiz pek kalmadıysa da hala arkadaşlarımızla iş sonrası derli toplu haytalıklar yapmak keyifli olabiliyor sanki... Ama Tanrım buna kara vermek neden bu kadar zor!!! Bir sinemaya gitmek için 4 kişiyi biraraya getirmek neden bu kadar acı verici :) Neyse bugünün gidişatına göre gözlemlerin devamı yarına...Bir adam doğmuş bundan uzun zamanlar öncesinde ve her yaşı için bir fotoğraf demişler... 77 harika fotoğraf... Dünyayı o gözle görmek nasıl bir şans nasıl bir ayrıcalık ve o nasıl cezbedici bir huysuzluk... Ara Güler ismi de ona en çok yakışanıymış...
Yumultanın Uganda'ya gidişini Burcu ile ilgili ne izler acaba bundan 15 sene sonra filan. Buaralar aklıma takılan birşey yaş 27 olunca kadınlarda hangi duygu ve güçlerin tavana vurduğu... Müge ile otoparktan çıkarken yapılan bu konuşma, Nezley ile Alem sayfaları karıştırılırken derinleştirildi ve eminim ki en kısa zamanda daha ciddi ele alınacaktır. Çünkü bir iki üç işte bitti hoşgeldin 27 dicez ve "Sex and the City" izlemicez ( pls. yazıdaki konuşma diline takılmayın :)) sonra bir de "getty images" daki fotoların altında bir gün benim de ismim ya da piyasada çağrıldığım ismim olsun istiyorum... Peki diğer sorunsalım saçlarımı çikolata kahvesine boyatmalı mı? Senelerdir gözümün alıştığı o sarılığı göremezsem ne kadar bunalım olabilirim :) yoksa aşka gelip kestirmeli mi :( yok yok bu çok uzak bir ihtimal... Peki Jessica Simpson ve Ashley Simpson ın kardeşliği birkez daha teyid edildiyse, yani bir eve bunladan bir tane yetmiyorsa.... Peki buaralar sokakta hangi pencereden geldiğini henüz keşfedemediğim o çılgın TV sesine henüz bir çözüm bulunamadıysa??? Peki 3M buaralar pek bir cazip geliyorsa kulağa as a next step!!!!
Biraz gereksiz serbest çağrışım oldu farkındayım... Kaçıyorum...
Tuesday, August 16, 2005
17 yaşında bir oğlum mu oluyor ne????

Bilen biliyor zaten hikayeyi... İnanılmaz bir hafta sonu, 24 yaşa kadar yapılabilecek en büyük ve sorumluluk sahibi konuşma ve sonuç: Free Willy gibi bir özgürleşme hikayesi ve kapı zilinde Burcu-Burak ...... yazması ihtimali... Durumun ancak etkisinden kurtuldum ve bundan sonra olacak olanların heyecanını yaşıyorum hala.
Bir yandan yeni hevesim "internet yatırımcılığı" :) Heyecanla ertesi gün rakamlarda oluşacak değişiklikleri beklemek... Bunun dışında yarın çıkılması planlanan ama sonra elde patlaması ihtimaline karşılık "incase of emergency" diyerek geri alınan tatil... Birtürlü planlanamayan "Chocolate Factory" gecesi.. Çok alakasız ama önümde Tiago'nun (Cynthia'nın bebeği) masum melek resmi ve tam şuanda onun kokusunu içime çekerek uyuma ihtiyacı...
Bu tam anlamıyla beyinde bonibonların zıpladığı bir durum yani bir ondan bir bundan... Sürmen'in arıza halleri, Nezley ve Müge ile gidilecek Ara Güler sergisi ve benim tam Beyoğlu uyumlu topuklularım!!! Şrek 1'i bulamamanın verdiği acı, evde yaklaşık 8 aydır masanın üstünde yapılmayı bekleyen puzzle, yarın acaba yüzmeye mi gitsem düşüncesi!!! Kazaa ve messenger ile vedalaşma... Tam black list lik bir durum bu, yani ikaz gelirse bu İngiltere merkezden olmalıydı... Evde beni bekleyen Sergio Zyman ve Seth Godin arasında bir seçim yapma kargaşası ama sonunda küpelermi kaybolmasınlar diye anlamlı gruplar halinde beyaz bir köpüğe itinayla onları geçirdiğim anda kendimi buluverme... Peki yatmadan Mevlana ile ilgili kitaptan okumaya devam etsem faydası olur mu? İlk başladığım gece kabuslar gördüm, bir yanlış anlaşılma oldu galiba :)
Bir de zaman zaman (zannedersem sıklığı senin tahmin ettiğinden daha fazla) aklımı yoklayan düşüncesi...
Burada daha heyecanlı ve büyük yazılar yazmak istiyorum...
Monday, August 08, 2005
Ben artık söyleyemiyorum...
Benim içimden geleni söylemiş ki en sevdiğim kadınlardan biri... Bazen bunu hissettirir "birşeyler", ne kadar önemli ve değerli oldukları gerçeğini düşünmemeye çalışırsın, kalbin ve zihnin inkar etse de sonuna kadar....Sonra bir şarkı daha dinlersin aynı kadından...
Yolun zorunu yürümüştüm ben
Tanıştığımız zaman
Sen dalgalanmaktaydın elvan elvan
O yüzden tam olarak
Hissedemedin sen içimi
Hala kulağımda çınlıyor
O alaycı kahkahan
Haberin yoktu henüz cilvesinden aşkın
Sarsılmıyordun hiç ay tutulmasından
O kadar taşkın o kadar açtın ki
Düşmen kaçınılmazdı arzın ortasından
Pişman olduğun zaman
Zevke doyduğun zaman
Huzur bulduğun zaman
Dönebilirsin
Ben yine burada olacağım
Yaralarını saracağım
Seni anlayacağım
------0--------
Yoruldum... Artık kaybolma vakti... Dinginleşme vakti...
Bu blog a çok fazla takılmama vakti
Thursday, August 04, 2005
Pazar Akşamı İstanbul'da Güneş Saklanırken...

Yumultamın sevmediği pazartesilerden kaçıp pazar akşamına pasta mumu olmaya karar verdik... Nuteras'ta güneşi batırmaktı fikrimiz ama biraz geciktik... devamı belki özel yumulta sayısında olacak...
Sonra efendim pzt. geçti, salı oldu Boğaz'da konser ve mochito güzel oldu, sonra çarşamba oldu, Burnett'te diet coke güzel oldu, sonra Perşembe oldu, sonra Cuma oluyor, sonra cumartesi. O zaman da dicez ki "ne güzel sabahlar olmadı :)". Sonra pazar olcak, belki house kahvaltı ve ardından BuzAda güzeldi dicez??? Der miyiz kızlar??
Aslında bunları seviyorum ve güzel diyorum, neden çünkü eğleniyorum ve eğlendikten sonra huzur duyuyorum, aklıma hemen ardından soru işaretleri hücum etmiyor.. peki neden bazen aksi olanın üstüne gidiyoruz bu kadar? huzur, çok mu zor, ya da bunu istemek çok mu anlamsız? Çok huzurlu gözükenler numara mı yapıyorlar yoksa? Elma şekerinin dudaklarımı boyayan muhteşem şekerinin altında neden istediğim yemyeşil ve sert elma olmuyor. Bu kurtların ne işi oluyor orada??? Neden kurtsuz olanını bulmak bu kadar zor, bulmaya çalışırken ya tüm dişlerim çürürse ve bir gün, değil sadece elmanın ya şekerin bile tadını alamaz hale gelirsem...
Ben biraz daha düşüneyim.... Bugün aramıyorum, çok merak etsem de, meraktan öte sadece sesini duymak istesemde... ama aramıyorum... ya şekerden vaz geçicez ya da kurtlu elmayı yemeyi göze alıcaz... bunu da biraz daha düşüneyim.. sanki hiç yapmadım!!!
Friday, July 29, 2005
Cuma günü uyuşukluğu ...

Nasıl yani??? İnsan cuma günü uyuşur mu? Arkasında cumartesiyi gizleyen bir günde hani o fişekleyici heyecan? Saat 16.00 itibariyle çektirilecek fönü, sürdürülecek ojeyi, giyilecek etekle takılacak çantanın uyumunu düşünmenin verdiği sıkıntıyla karışık o kıpır kıpır duygu nerede hani? Herkes tatilde mi yoksa? Yoksa ruhlarını tatile gönderip benim yanımda evcil taraflarını mı bıraktılar? Tamam bende de var bu taraftan; hani söyle mon gibi TV başına geçip kafa patlatmayacak bir Amerikan komedisi izlemek, magnum yemek ve diet coke içmek, sonrasında da huzurlu huzurlu cuup yatak yapmak ama hayır bugün değil lütfen :( Bugün boğazda bir yerlerde ( adı bizde saklı şimdilik), mochito ya da shot bardaklarıyla yakamoza karşı arz-ı endam eylemek, mekandan çıktıktan sonra kulaklarda hala çalan müziğin ritmini çınlatmak, düşün düşün içerde neye 5 dakika katıla katıla güldüğünü hatırlamamakla birlikte yanaklarının ağrıdığını hissetmek günüdür!!!
Nesli, bundan sonra da adı sıkça geçeceği için ufak bir into: A black list member, sabahların olmadığı anlarda keyifli dost, düşündüğümden de çabuk içimde biryerlerde süper manzaralı, çikolata bahçelerine yakın bir yere oturttuğum, kaküllerimizi birlikte büyüttüğümüz, yeri gelince bir novalgin ya da passiflora etkisi... Nasıl Nesli yeter mi :P Nesli bu gece sana için sana inandım, sana güvedim... Yarı yolda bırakmak aklının ucundaysa sabahlar 5 dakikada olsun, shot ların dibi delik çıksın :P Enerjini uçaktan çek güzel yüreğine koy bakalım tekrar. Dokunmak, görmek, sesini hatırlamak, birşeyin yokluğunda aklımızda güzel resimler ve anlar oluşturur di mi Nezley??? Bak bu daha cool oldu :)
Seda, Rapunzelim... Hayatta "saçına oturulabilecek ender insan"... Sincap dedikçe tepeme çıkar gibi oldun ama burada belirli edep kurallarına uymak zorundayız şekerim, yazdığın yapışıp kalıyor, yoksa messenger da olsaydık... Şimdi seni güzel ev sahibesi, bu gece için sen de yüzümü kara çıkarmaya meyillisin. Git çekirdek çıtla boğaz manzaralı balkonunda, hiç bakmıyorsun sanki 24 senedir. Hadeeeeeeee... Sen burayı sık sık takip et ve bana karşı daha dikkatli ol tamam mı poptrik kültürü düşmanı... Bi de bana ne zaman Starbucks alıcan :P
Ay yazdıkca bir fena oldum... Bakalım bir sonrakinde içimden ne yazmak gelecek??? Yatçaz, kalkçaz, bir yumurtayı Alka seltzer ile çırpçaz.... Anneeeeeeee, bunu bana yapmayı öğretmiş miydin? Bak küçük kızın yeni bir tarif buldu :) Yok sen bunu misafirlerine yapma anlamazlar :P
wallahi cuma da geçtiiiiii... küsmek üzereyim bakın gidiyorum.....
Thursday, July 28, 2005
Bu hafta doğma haftası!!!!

Bu hafta doğan doğana! Dün Müge doğdu, sonra bugun Beyhan, sonra Gökhan doğmak için sırada, yeni haftada açılışı da Yumulta yapıyor :) Dün Müge'yi doğurduğumuz tekne olayı pek bir keyifliydi. Korktuğum başıma gelmedi allahtan; yani ne çok üşüdüm, ne topuklarım abuk subuk yerlerde sıkışıp kaldı, ne saçlarıma pişen balıkların kokusu sindi, ne fönüm bozuldu, ne devrilme ya da çarpışma tehlikesi geçirdik. Patlayan havai fişekler süper güzeldi. İki atraksiyon: Yunus gördüm, bana kimse inanmıyor ama gördüm! Bir de Rumeli Hisarı civarlarında fotoğraf çekme bahanesiyle bir süreliğine dümeni ele geçirdim, sorun var mı yok???
Bugün de Beyhan'ın doğumgünü. Mutlu Yıllar canımcım sana da, bundan sonraki yıllarda da nerelerde yaşamaya karar verirsen artık bilemiyorum olmadı oraya gelir kutlarız doğumgününü. Pırasalı börek üstüne mum dikeriz artık :P Bak sana da pasta yaptım akademik insan seni! Pardon Sedacım, bu pastaları biryerden tanıdığına dair birsey mi söyledin??? Ay ay ayy duyamıyorum Sedaaaa... Bana Starbucks al Sedaaaaa... Beyhan dilek tuttun mu? :)
Tuesday, July 26, 2005
Ferrari Satmadım Ama Hayatım mı Değişiyor Yoksa???

Biraz düşündüm de bugünün de güzel bir gün olduğuna karar verdim :) Güneşli bir gün, önümde sabah kahvesi, gece 2,5 dergi okumuşum, Cem sonra :) , blogger şifrem sorun çıkarmamış, sabah erken kalkabilmiş ve işlerimi yetiştirebilmişim, akşam yaşanacak gelişmeleri düşünüyorum ara sıra... Yani keyifliyim, messenger da sağ alt köşeden bir bir yükselen arkadaşlarım...
Bir de bugün Müge'nin doğum günü :) Yaşasın Müge, iyi ki doğdun Müge, pastan mumla taşana kadar yanında olup bunu görürüz inşallah Müge, Müge bak sana pasta yaptım... Bu Müge kim mi? İlerleyen günlerde daha sıklıkla ismi geçecek burada eminim, böyle akıllı, black list üyesi, birlikteyken sabahların olmasını hiç istemediğim, son 1o küsür gündür bir azim örneği, hayatımda olmasından pek bir keyif aldığım bir şahsiyet.. ay tutamıcam kendimi yine "Mutlu Yıllar Güzel İnsan!" :)
Bakalım günün sonunda da aynı keyfi sürdürebilecek miyim? Istiyorsam olur dimi? O zaman günün sonuna kadar çok ama çok keyifliyim :P
Subscribe to:
Comments (Atom)



